Tarih: 30.05.2011 08:08

‘Çöküş, dışarıdan değil içerden gelir’

Facebook Twitter Linked-in

Gelişmeler ise bizi bu açıdan hiç de umutlandırmıyor.

Bunu AKP’nin seçimlerden başarılı çıkması olasılığından dolayı da söylemiyoruz. Sonuçta halkın iradesi neyse saygı göstermek gerekiyor. Türkiye’de seçimlerin demokratik bir şekilde yapılmadığını iddia edecek de değiliz.

Zaten, serbest oldukları için partiler ve yandaşları seçmenin tercihlerini birbirlerine çamur atarak, hatta insanların özel hayatlarını yasadışı yollardan elde edilmiş kasetlerle ifşa ederek etkilemeye çalışıyorlar.

Belden aşağı vuruşlar ise siyasetçilerin başkalarının sözlerini çarpıtarak, sözde yanıt olarak, “seçimleri kazandıklarında pornoyu da serbest bırakabilirler” türünden seviyesizliklere kadar inmiş bulunuyor.

Şu anda yürütülen yüz kızartıcı ve görülmemiş derecedeki çirkin kampanyalardan tek sonuç çıkarmak mümkün. Zaten bölünmüş olan Türkiye, 12 Haziran seçimlerinden, “post modern iç savaşını” daha da derinleştirmiş olarak çıkacak.

Milliyetçi kuşak

Kaba bir tarifle, bu bölünmenin coğrafi sınırlarını “maneviyatçı Orta ve Doğu Anadolu ile kısmen Karadeniz bölgesi,” “Kürtçü Güney Doğu Anadolu” ve “Atatürkçü ve laik Akdeniz ile Ege sahil şeridi” olarak belirtebiliriz.

MHP’nin ise, “kaset saldırılarına” rağmen, baraj altında kalmayıp, “maneviyatçı Anadolu” ile “Atatürkçü ve laik sahil şeridi” arasında bir milliyetçi kuşak oluşturacağını tahmin ediyoruz. Bu sınırları ortaya koymakla “müneccimlik” de yapmıyoruz. Konuya bizden çok daha vakıf olan uzmanların değerlendirmelerine dayanarak bunu söylüyoruz.

Peki, derinleşeceğini düşündüğümüz olan bu bölünmenin “müsebbibi” kimdir?

Bizce, hoşgörü ve uzlaşma kültürü açısından geri kalmış ülkeler arasında ilk sıralarda olan Türkiye’de herkesin farklı ölçülerde de olsa suçlu olduğunu söylemek mümkün.

Geçen hafta birlikte yemek yediğimiz Batılı bir büyükelçi, “Meclisteki sandalye sayısı az da olsa dengeyi sağlayacak olan İngiltere’deki Liberaller gibi sağduyulu bir parti niçin Türkiye’de yok?” diye sordu.

Bunun “orta alanın” Türkiye’de hiç bir zaman tüm kesimleri kapsayacak bir şekilde tanımlanamamış olmasından kaynaklandığını anlatmaya çalıştık. İkinci Dünya Savaşına kadar Avrupa’daki durum da genelde böyleydi.

Ancak, yaşanan kanlı badirelerden sonra bu durum geride bırakıldı ve partiler arası farklılıklara rağmen iç siyasete de yansıyan “asgari ortak değerlere” dayalı “Birleşik Avrupa” fikri ön plana çıktı.

Yazının devamını okumak için bu linki kullanabilirsiniz

( Semih İdiz - Milliyet )

Kaynak : haber7.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —