Kürt namazda Fatihayı Kürtçe okurken Türk Türkçe mi okur? Senin kanın kırmızı akarken onunki maviye mi çalar? İHL’li çocuğun derisinin yanık acısı sevince mi dönüşür?
Kubbe varken habbeye mi talip oluyorsun?
Çocukluğumu özledim...
Maraş, Antep ve Halep ...
Bu üç şehir isminin, Maraş’ta geçen çocukluk ve gençliğimin muhayyilesine birbiriyle yoldaş, üç candan arkadaş adı gibi kazındığını hatırlarım. Antep dedikleri, elini güneşe dulda (siper) edip alnına koyduğunda dikkatle ufka bakıp da görebileceğin kadar şurasıdır zaten. Halep az daha ötede ama gidip de gelenlerin anlatımıyla, komşumuz “Fatma Abla”, “Maho Emmi” gibidir, bizimdir, bizdendir, özdendir yani. Yanyana kolkola gezen, oyunlar oynayıp birbirlerini hiç terketmemiş üç kadim dost.
Onlardan biraz büyükçe bir abileri vardır adı; Şam. İstanbul’a gidip gelenlerin aktardıklarına benzer Şam’a gidip de dönenlerin anlattıkları. Şam ve Halep, İstanbul’a Ankara’ya nazaran daha yakındır çocukluğumun muhayyilesine (Coğrafi uzunluk olarak da öyle değil midir zaten). Halep, Antep ve Maraş birer göl ise, Şam bir derya İstanbul koskoca ummandır.
...
Dedem “Bekmezci Halil”in kaçakçılık hikâyeleri anlatılır gecenin ayışığıyla aydınlanan mehtaplı oturumlarında. Kaçakçılık dediğim; cetvele dayanmış kirli ve kanlı bir kalem tarafından tabii olana inat çekilen suni hatlar/sınırlar çizilmeden önce ne yapılıyorsa odur aslında. Eskiden beri yapılagelen ticaretin yeni ismi. Şimdilerde, paraya para istif etmek için gayri kanuni şekilde yapılan değil, rızık temini için icra edilen iktisadi ve tabii bir faaliyet.
Rahmetli dedem emektar katırına ve ardına eklediği iki attan oluşan katarına yüklediği yükünü indirip satar Halep çarşısında. Sonra alacaklarını alır, yükler ve döner gelir gerisin geri.
...
Antep’ten ötede diğer dostlar Urfa, Diyarbakır, Mardin...
Mardin’deki Kasımiye Medresesi’nden Şatt’ül Arap’a kadar olan upuzun arazi, ortalarda bir yerlerde birkaç tepecik dışında dümdüzdür. Kadim Mezopotamya’nın bereket ikizi Fırat ve Dicle bu düz ve düzgün coğrafyada, Anadolu’dan biriktirdiği suya, topladığı verim yüklü alüvyonları da ekleyerek aşağı doğru çağlayarak hayat taşır. Çığır altı topraklarda yaşayan insanlar onun dağıttığı feyze kayıtsız kal(a)mazlar. Emek, ürün, ilim, ustalık, sanat bu kez vefa gereği doğal ticaret otobanıyla ağır ağır yukarıya, Anadolu’ya doğru taşınır.
Anadolu durur mu ki? Karşılık vermez mi bu alicenaplığa?
O da Balkanlardan, Kafkaslardan, Orta Asya’nın derinliklerinden, taa Türkistan’dan, hatta ötesinde Çin’den gelip de özünde biriken zenginlikleri, en kıymetlilerini Hicaz’a saklayarak Hac yolu boyunca saçar etrafa ve öder borcunu.
...
Çocukluğumda Kafkaslar, Halep’ten daha yakındır bana. Üstelik bakmak için elini güneşe dulda (siper) edip alnına koymama bile gerek duymayacak denli yanıbaşımdadır. Eşinin bize ikram ettiği börekleri yerken, kapı komşumuz Çerkez Amca’nın daha dün yaşanmışcasına anlattığı Kafkas öyküleri kadar yakındır.
Ailesini Türkiye’ye gönderdikten sonra Sibirya’daki zulümden, Kapıkule’ye kadar bir kamyonun kasasındaki tomrukların arasına gizlenerek kaçıp gelen, bu yüzden ses telleri zarar görmüş mahallemizin “Doktor Amca”sı kadar da özdendir.
Çeçen ile Çerkez’in ayrımına varamadığım o günlerde çocukluk arkadaşlarım, Çerkez Amca’nın torunları, Doktor Amca’nın oğulları ve mahallenin çocukları, Selçuk, Osman, Orhan, Caner, Alihan, Yahyahan, Savaş, Barış, Zafer... kadar bizimdir, bizdendir, özdendir yani.
“Alevi” dediğin amcama eş olacak kadar bizden, “Kürt” ise damat olacak kadar ailedendir. Kendimi bildim bileli dedem de babam da Hanefidir, Sünni yani. Abimin de öz emmimin de adı Ali’dir en küçük kardeşimin ismi ise Hüseyin.
...
Yazdıklarım günümüzün suni reelpolitiğinden uzak mı geldi size?! Ama bunlar benim yaşanmışlıklarım. Üzerine bugünümü inşa ettiğim ve çocuklarımın geleceğine temel olacak geçmişim.
Maraş İHL’de okurken sıralarımızı, ekmeğimizi, ötesinde bu ülkenin dört bir yanına dağılarak ortak ufkumuzu paylaştığım Hataylı müstetirikler (Türkleşmiş Araplar) ve müstağraklar (Araplaşmış Türkler) kadar benim ve bu ülkenin gerçekliği.
...
Ey eline molotof tutturulan çocuk! Dilin özün olduğu kadar dinin de özündür.
Ey eline molotof alan çocuk! Özgürlükler seni özüne yakınlaştırırken İHL öğrencilerinin kaldığı yurda attığın molotoflar, alternatif Cuma namazları ve katledilen imamlar hepimizin din özüne atılan molotoflardır.
Ey çocuk! Kürt namazda Fatihayı Kürtçe okurken Türk Türkçe mi okur? Senin kanın kırmızı akarken onunki maviye mi çalar? İHL’li çocuğun derisinin yanık acısı sende sevince mi dönüşür?
Ey Talebe yurduna molotof atan/attırılan çocuk! Kendini yaktığının, kurşunu ayağına/ayağımıza sıktığının farkında mısın?
Bırak Zerdüştlüğü “Hristiyan Kürt” ve “Hristiyan Türk” kavramının bile bu coğrafyanın olduğu kadar benliğimizin yabancısı olduğunu öğrenmedin mi?
...
Ey çocuk şunu bilmedin mi;
Sizin oralar bizim buralardır. Bizim buralarsa sizin oralar.
Sizin buralar bizim oralardır. Bizim oralarsa sizin buralar.
...
Ey eline molotof tutturulan çocuk!
Kubbe varken habbeye mi talip oluyorsun?
Birileri aya giderken yaya mı kalmak istiyorsun?İhsan Toy - Haber 7ihsantoy@tasam.org
Kaynak : haber7.com
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.