Tarih: 06.06.2011 08:12

'Evlenmek istiyorum ey ahali' diyen nineler!

Facebook Twitter Linked-in

 “Kâbiliyyet eserin mahv edelim kâbil iseBiz dahi câhil-i mukbil gibi makbûl olalım”(Sümbülzade Vehbî)

         Geçen gün bir ilahiyatçı hanım arkadaşım “ toplum olarak hızla kokuşup çürüyoruz” dedi umutsuzca. İstanbul’un göbeğindeki bir okulda öğretmenlik yapan ve alanı da ilahiyat olan birisinin bu görüş ve gözlemlerini ciddiye alıp üzerinde bayağı bir anlığına düşününce gerçekten de bu arkadaşımın bazı hususları eksik bile söylemiş olduğunu hissettim bir an.

        Gerçi düşünürken on yıl öncesini ve sonrasını ikiye ayırıp öyle kıyasladım aradan geçen zamanı ve toplumsal yapımızı. Aslında bu ciddi ve hızlı sosyo -kültürel değişmeyi uzun uzun tartışmaya bile lüzum yok. Her şey ortada ve sanırım bizler içine girip hızla aşağıya çekildiğimiz bu girdabın zararlarının ( işten güçten olacak) farkında değilmiş gibi yapıyoruz, ya da umursamaz bir tavır içindeyiz.

        Toplumsal sorunlarda “Tecâhül-i Ârif” sanatında üzerimize yok.

        Mesela meseleyi değerlendirme zahmetine katlanamayanlar için ben çok basit bir şekilde iki aralığın farklı yanlarını düşündüm ve gerçekten de daraldım!

        On yıl önce henüz  'ben evlenmek istiyorum ey ahali!' diye televizyon ekranlarında bas bas bağıran yaşlı nineler ve dedelerimiz yoktu bu coğrafyada.  Bizim memleketin yaşlı nineleri ve dedeleri bu demlerde kendilerini ibadetin ve taatin neşveli yollarına vururlardı televizyon binalarının değil. Şükür çiçek açardı her tespih tanesinde, seccadeler daha çabuk eskirdi sanki. Onların yeri başımızın üzerinde idi. Yaşlandıkları için henüz evlerimizden, yüreklerimizden, atılmamış, çocuklar dedesiz ve ninesiz kalmamıştı böyle!

        On yıl önce komşu kadının en güzel yemeğinin ne olduğunu bilirdi damaklarımız. Tabaklarımız sık sık komşu evlere gider gelirdi. Çaylarımız daha demli, sohbetlerimiz daha sıcak, duygularımız daha içli idi. Kapılarımızın eşiği gelene gidene tevazu ile eğilirdi, ekmeklerimiz henüz bozulmamış, ayranın yerini kola, soda almamıştı.

        On yıl önce yüreğimizin güvertesine saygı, şefkat, merhamet ve vefa demir atardı. Kalbimizin duvarları ince, pencereleri açık, odaları dolu doluydu. Hatır, gönül, sabır, vicdan nedir bilirdi kalbimiz. İnsanlığımız henüz tahtından düşmemiş, ruhumuz kirlenmemiş, ellerimiz kararmamıştı böylesine.

        On yıl önce şarkılarımız vardı duygulu, ince, vefanın sadakatin, sevginin, şefkatin sevgiliye seslendiği şarkılarımız vardı yüreğimizden kopup gelen. Sevgili bir tane, aşk bir tane, hayal bir tane, yürek bir tane, gerçek bir tane idi sanırım. Gerçek bestekârlar vardı musiki hanemizde.

        On yıl önce güzeldi, içimizdeki diğer ben hep önümüzden giderdi, kire, nefrete, öfkeye, riyaya, yalana, böylesine bulaşmamıştık! Böylesine yıkılmamıştı hudutlarımız, böylesine tersine akmamıştı tertemiz ırmaklarımız.

        On yıl önce bütün apartmanı, bütün mahalleyi bilir tanırdık. Zor günlerimizde gerekli candan dostlarımız, arkadaşlarımız vardı, umutlarımız vardı her gün yenilenen, zamanlarımız vardı çok şeyleri yapacak. Bir de gülüşlerimiz vardı, samimi, sıcak, gösterişsiz.

        On yıl önce adabımız, irfanımız, görgümüz, sevabımız, ayıbımız, akrabamız, dostumuz, yakınımız, büyüğümüz, küçüğümüz, teyzemiz, amcamız, halamız, abimiz ablamız vardı toplumun her yerinde.

        Şimdi herkes bay bayan oldu!

        Bir de utanma duygumuz vardı en keskininden!

        Ar perdemiz yırtıldı, utanmaz olduk, arlanmaz olduk, yüzsüzlüğün bin türlüsü yapışıp kaldı üzerimize sıkılmayası.

        On yıl önce rüzgârgülü gibi her rüzgâra dönmezdik, takiyye sanatını bilmezdik,  gelene ağam, gidene paşam demezdik, sevdiklerimizi bir çırpıda silmez, zora düşene gülmezdik! Asil ve kadim duygularımız vardı, geniş ve ferah evlerimiz vardı, çiçekli bahçelerimiz vardı, her dem gidilesi köylerimiz, elleri öpülesi büyüklerimiz vardı.

        Şimdi on yıl sonranın en kuytu ve en keskin yalnızlığındayız her birimiz. Dostlarımızı, arkadaşlarımızı, kırıp, yaralayıp bir kenara atmışız, bir yıl sürmeyen yeni yeni arkadaşlar ediniyoruz aklımız sıra. On yıl sonra, bahtsız, bedbaht olmuş, insanlığımızın yarısını bir çırpıda dünyalık işlerle değiştirmiş, yarısının da farkında değiliz. 

         “Her şeyin yenisi” en sıkı sloganımız. Eskiye dair her ne varsa unuttuk! Yanı başındaki komşusunun hüznünü paylaşmayan, farkında bile olmayan yüreklerin, sanal odalarda sanal dostalara sanal bağlılıklarının yaşandığı sanal bir dünyadayız artık! Artık yürekler sanal bir dünyada banal bir muhabbetin peşine düşmüş. Gerçek aşkların, sevginin, sadakatin, muhabbetin ve sohbetin demi bitti!

        Özlem, hasret, vefa, sevgi, saygı, sadakat, göçtü ruh coğrafyamızda. Sanal bir çöplükte darı arayan sanal tavuklar gibi eşeledikçe kirleniyor, kirletiyor, zehirleyip zehirleniyoruz. Azdık, kibirlendik, tuhaf kavgalara girdik, çöktü insanlığımız!

        On yıl önce ve sonra daha neler kaybettik bir daha bulmayası…

        Öyle değil mi?

        Muhabbetle…

Meryem Aybike Sinan - Haber7meryemaybike@gmail.com

Kaynak : haber7.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —