'Son kurban Kanal 7 yakılmak isteniyor. Kanal 7 yöneticilerinin kötü insan olmadığını söyleyip bir şey yapmayanlar, kurban yakılırken kıvılcımlarından uzak durmaya çalışıyor!'
KURBAN’I YAKMAK
Bilmiyorum tarih öncesi çağlarda kurban olarak seçilmişlere “kesim” işlemi dışında başka bir yöntem kullanılmış mıdır?
Mesela kurbanın gözlerini oymak, mesela derin kuyulara atmak, çarmıha germek, Filistin askısına asmak, “Çin işkencesine” tabi tutmak… Bir inancın, bir felsefenin gereği olarak kurbanlara tarih öncesinde böyle şeyler yapılmış mıdır bunu açıkçası bilmiyorum.
Ama şunu öğrendim ve yaşıyorum: günümüzde kurbanlar yakılıyor.
Kurbanını yakanların hangi felsefeden, hangi inanç grubundan, hangi batıl ya da hak mezhepten, meşrepten olduğunu da bilmiyorum. Ama bunların insan olduğunu biliyorum.
Bakın, Almanya’da faaliyet gösteren bir yardım derneği Alman kanunlarının suç saydığı bazı fiillerinden dolayı derneğin üst düzey yetkililerini hapse attı. Peki, üst düzey yetkililer o suçları işledi mi? Buna da geleceğim ama diyelim işlediler ve bu sebeple de cezalarını çekiyorlar. Peki, Kanal 7’nin suçu ne, patronlarının, yöneticilerinin, çalışanlarının suçu ne?
Sayalım;
Kanal 7 kurulduğu günden bugüne kadar Anadolu’nun sesi oldu. Tutunamayanların, ezilmiş, horlanmışların… İki yüz yıldan beri sindirilmiş, ötekileştirilmiş, horlanmışların sesi oldu. 28 Şubat’larda kimselerin savunmaya cesaret edemediği Kur’an Kurslarının ve İmam Hatip Liselerinin ölüm-kalım kavgasında, onların savunuculuğunu üstlendi. Yerli ve bu topraklardan fışkıran dernek, parti, vakıf, her türlü oluşumu hayatı pahasına savundu, onların sesini yükseltti, yüceltti ve o partilerle, o derneklerle, o vakıflarla adının birlikte anılmasından, paralellik oluşmasından da asla gocunmadı. Bu derneklerden biri de Deniz Feneri Derneği…
Kanal 7 yıllarca bu derneğin çalışmalarını duyurdu. 1999 yılındaki depremde yerle bir olan Marmara’nın ayağa kalkması için Sakarya’da, İzmit’te, Yalova’da, Gölcük’te, Kaynaşlı’da… Kamplar, çadırlar kurdu. Sokakta kalanlara ev buldu. Açların karnını doyurdu, muhtaç duruma düşmüş binlerce insanın ve ailenin elinden tuttu.
Bu olayın ardından Deniz Feneri gerçekten bir “Deniz Feneri” oldu. Ünü Türkiye sınırlarını aştı. Sonradan kurulan yardım kuruluşlarına örnek oldu. Dünyanın dört bir yanına uzandı. Asya’ya, Afrika’ya gitti. Nerede susuz, okulsuz, korunaksız, aç, sefil ve yoksul varsa oralara gitti.
Deniz Feneri çok büyüdü ve bir marka oldu. Fakat özellikle bu “marka” yardım derneğinin Afrika’ya gitmesi onun başına bela oldu. Çünkü İkinci Dünya Savaşından hemen sonra sahipsiz kalan Afrika pay edilmişti emperyal Batı Devletlerince… Birleşmiş milletlerin sözüm ona yardım kuruluşları buralara misyonerlerini gönderiyor, bu misyonerleri de Vatikan belirliyordu. Bu sözüm ona yardım kuruluşlarının en belirgin iki özelliği vardı: Bir, hemen hepsi beyaz veya yeşil elbise giyerdi, elbiselerinin uygun yerlerine de haçlarını kocaman bir logo olarak yerleştirirlerdi. İki, ceplerinde küçük İncil’leri vardı. Bu, İkinci Dünya Savaşının bitiminin hemen ardından bugüne kadar böyle oldu ve hala sürüyor. Yani Batılılar, BM şemsiyesi altında Afrika’ya bir yandan Hıristiyanlığı götürüyor, diğer yandan ekonomik olarak sömürüyor.
Fakat hemen hemen yüz yıla yaklaşan bu süreçte ilk kez Afrika’ya “haç”sız, İncilsiz olarak bir yardım kuruluşu gidiyordu. Yoksul insanlara, duygularını ve yer altı yer üstü zenginliklerini sömürmeden, onlara sadece “yardım” götürüyordu ve bu büyük dalga giderek yayılıyordu. İşte bu büyük yardım kuruluşu birçok uluslararası platformda konuşulmaya başlandı ve bu dernek hakkında dosyalar tutuldu. Nihayet bu derneğin faaliyetlerinden, Afrika’da en çok sömürgesi olanlardan Fransa ile birlikte, en çok rahatsız olan Almanya bu fırsatı iyi değerlendirdi. Alman emniyet güçleri Almanya Deniz Feneri’ne bir terör yuvasını basar gibi silahlı baskın düzenledi, daha sonra Almanya Deniz Feneri ile hiçbir organik ve ekonomik bağı olmayan Türkiye Deniz Feneri’ni ve bu derneği bu hale getirip büyüten Kanal 7’yi ve Kanal 7’nin gönül bağı olan bir partiyi hedefe oturtan belgeler “ üretilmeye” başlandı.
Almanya Deniz Feneri Derneği’nden sadece ve sadece kendisini kurtarması karşılığında bilhassa Kanal 7’yi suçlayan üçüncü sınıf düşük karakterli bir kişinin isim vermesi dışında elde hiçbir delil yok iken Kanal 7’nin sahipleri ve yöneticileri hapse atıldı.
Bu davanın başından sonuna kadar tüm dosyaların münderecatına vakıf olan ve Kanal 7, Deniz Feneri dünya görüşü ve felsefesi ile en ufak bir yakınlığı olmayan Profesör Dr. Ersan Şen’e sordum: “Hocam, bu insanları neden tutukladılar?”
Hoca’nın cevabı şudur: “Deniz Feneri/ Kanal 7 davasında iddia makamının ana iddiası şudur; Almanya Deniz Feneri Derneğindeki yardım paralarının bir kısmının Türkiye’de Kanal 7’ye veya Kanal 7 sahiplerinin kurduğu başka şirketlere aktarılması… Temel iddia budur.” Ama bu mesele ile ilgili ne bir tanık ifadesi, ne telefon kaydı, ne bir tek evrak bulunamamıştır, yoktur. Bana sorsanız bu dava hukuki değil, siyasi bir davadır” dedi.
Bunu söyleyen hukuk adamı hoca hayattadır. Evet, doğrusunu Hoca söyledi, bu dava siyasidir ve Türkiye’nin, Anadolu’nun bağrından çıkmış, ünü, şanı Anadolu’nun sınırlarını aşmış devasa bir yardım kuruluşu, Almanya’da faaliyet gösteren dernek yok edildi.
Defalarca soruşturulan Türkiye’de ki Deniz Feneri’nin İstanbul Merkezi süt gibi temiz çıkmasına, bir tek suiistimal belgesine rastlanmamasına rağmen kolu bacağı budandı.
İnsanların yardımlaşma duygusu zedelendi. Müslümanların güvenilirliği yara aldı. İnsanların dayanışması uzun yıllar ayağa kalkamaz hale getirildi ve nihayet sıra Kanal 7’de. Çünkü bu ve benzeri derneklerin, partilerin vakıfların gelişip serpilmesine vesile olan ana gövde Kanal 7’dir.
Şimdilik son kurban Kanal 7’dir ve bu kurban yakılmak isteniyor. Buna karşın Kanal 7’nin sahip ve yöneticilerinin kötü insan olmadığını söyleyip kılını kıpırdatmayanlar, kurban yakılırken kıvılcımlarından uzak durmaya çalışanlar, hukukun gereğini yapıp konuyu aydınlatacağına inandığını söyleyenler, nedense bir taraftan da milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmamasının ana sebebinin hala yerli yerinde durduğunu unutuyorlar.
Sahi, yazımın başında eski çağlarda kurbanları yakan bir inanç, bir felsefe var mıdır diye sormuştum ya, hatırladım şimdi: eski çağlarda, tarihin bir kesitinde Nemrut diye bir adam tanrılığını iddia edip, buna karşı çıkan Hz. İbrahim’i yakmak üzere ateşe attırmıştı.
Fark şuradaki: Şimdilerde yani 2000’li yıllarda kurbanlarını ateşe atanlar o Nemrut’un torunları. O zaman o kurban bir peygamberdi, şimdiki kurbanlar o peygamberin bağlıları. O zamanlar kurbanın yakılışını seyretmeye gelenler Nemrut taraftarları idi. Şimdilerde kurbanlarının yakılmasını seyredenler ise, bunlar da o peygamberin bağlıları.
Yazık, yazık.
Ferman KARAÇAM-Haber 7
Kaynak : haber7.com
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.