Tarih: 01.01.0001 00:00 752

Berat'ın faziletine dair hadis-i şerifler

Sosyal bir afet olan iftiranın İslami hükmü nedir? Kenz ne demektir, meşhur sahabi Ebû Zerr'in bu konudaki görüşü nasıldır? Berat gecesine dair hadisler nelerdir?

Berat

SOSYAL BİR ÂFET OLARAK İFTİRA

Soru 34: Saygıdeğer Hocam, öncelikle “Dini Sorularınız” adlı köşeniz için sizi kutlar ve saygılarımı sunarım. Benim sorum şu: Bir çok temiz ve suçsuz insan iftiraya kurban giderek acı çekiyor. Henüz ispat edilmemiş suç isnatlarıyla yıpratılmak isteniyor. Yüce dinimiz bu konuda nasıl bir caydırıcı önlem alıyor veya ceza öneriyor? Teşekkür ederim.

Cevap 34: Sözlükte iftira, “yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak” gibi mânalara gelir. Terim olarak ise “bir kimseye asılsız olarak suç, günah yahut kusur sayılan bir söz, davranış veya nitelik isnat etmek” demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de iftira, ifk ve bühtan kelimeleri geçer. İfk “yalan ve iftira”, bühtan da “iftira ve asılsız iddia” anlamında kullanılır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Kim bir hata yapar veya kasıtlı günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa büyük bir bühtan ve apaçık bir günah yüklenmiş olur”(Nisâ 4/112). Bu âyette geçen bühtan kelimesi, “Din kardeşine kendisinde bulunmayan bir kusur ve kötülük isnat etmendir” diye açıklanır.

Bir hukuk ilkesi olarak “Berâet-i zimmet asıldır”. “Şek ile yakîn zâil olmaz” ve “Bir şeyin değiştiğini gösteren delil bulunmadığı sürece, o şeyin aynen kalması” anlamına gelen istishâb kâideleri de bu temel ilke ve uygulamayı destekler. Bu yüzden, mahiyeti tam olarak bilinmeyen veya asılsız olması muhtemel haberleri hiç araştırmadan bunlara inanmak, ilgi göstermek ve sevinmek, Müslüman kimlik ve kişilikle bağdaşmaz. Nitekim Yüce Rabbimiz, Hz. Âişe’ye atılan iftira hakkında şu uyarıda bulunur:

“Bu iftirayı siz, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir günah ve ağır bir suçtur”(Nûr 24/15).

Ayrıca Yüce Kur’an, bu tür uydurma haber, asılsız isnat ve iftiraların toplum içinde yayılmasından hoşlananların dünyada ve âhirette ağır bir şekilde cezalandırılmayı hak ettiklerini beyan eder”(Nûr 24/19).

Nezih, iffetli ve kötülükten habersiz bir kadına zina iftirasında bulunmak, büyük bir suç ve günahtır. Zina iftirası, haksız yere kadının namusunu yok saymak anlamına gelir. Zina cezâsı (kazif haddi) hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “İffetli ve namuslu kadınlara zina isnâdında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar büsbütün günahkârdırlar”(Nûr 24/4).

Kuşkusuz “namus insanın kanı pahasıdır”. Suçsuz ve temiz şahsiyetlere iftirada bulunarak onlara kara leke süren müfterilere bir müeyyide olarak uygulanan bu nevi ağır cezalar, kişisel ve toplumsal hayatlarında onların onurunu korumaya yöneliktir. Aynı zamanda bu ceza, benzeri iftiraya yeltenmek isteyenler için de caydırıcı bir önlemdir.

Şu hadisinde Peygamberimiz (s.a), insanı helâk eden, Allah nezdinde değersiz duruma düşüren ve toplum içinde kredisini tüketen yedi büyük günaha vurgu yapar: “Yedi helâk edici ve felâkete sürükleyici şeyden sakının: Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, şer’an haklı sebeple olması hariç Allah’ın dokunulmaz kıldığı bir cana kıymak, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana toplu hücum yapılacağı sırada savaş meydanını terk etmek ve hiçbir şeyden habersiz namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak”(Buhârî, Vasiyyet 24; Müslim, İman 144).

Burada şu hadis-i şerifi de hatırlatmakta fayda vardır: “Kardeşinin başına gelen bela ve musibete sevinme! Aksi halde, Allah ona merhamet ediverir, seni de bela ve musibete uğratıverir”(Tirmizî, Kıyâmet 54).

Netice itibariyle iftira yasak ve haramdır; insanı felâkete sürükleyen ve onu âhiret yoksulu yapan büyük günahlar arasında sayılır. Zira bu günah, hem Allah’ın hem de kulların hak ve hukukunu ihlal etmektedir.

KENZİN MAHİYETİ

Soru 35: Hocam, kenz ne demektir, kenz âyeti hakkında bilgi verir misiniz? Bir de sahâbeden Ebû Zerr’in bu konuyla ilgisini merak ediyorum. Şükranlarımı ve hürmetlerimi sunuyorum.

Cevap 35: Kenz, servet terakümü, para ve mal biriktirmek demektir. Azerbaycan Türkçesi’ndeki “öz cibine pul yığmak” tabiri de bunu çağrıştırır. Bazı âlimlere göre kenz, para ve malı piyasadan çekmek, bunları Allah yolunda harcamak ise piyasaya sürmek demektir. Şu âyetler kenzle ilgilidir:

Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Bilin ki, hahamların, rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızca yiyip yutuyor ve (onları) Allahın yolundan alıkoyuyorlar. Fakat bütün o altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, (işte) onlara (sonraki hayat için) çok çetin azabı müjdele: Bu (toplanıp saklanan altının, gümüşün) cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının damgalanacağı gün, (bu günahkârlara) “İşte, kendiniz için topladığınız hazineler!” denecek, “Şimdi tadın bakalım, sarılıp sakladığınız hazinelerin (başınıza açtığı belanın) tadını!”(Tevbe 9/34-35).

Meşhur sahâbî Ebû Zerr (v. 32/653), kenz konusundaki hassasiyetiyle, hatta çoğunluğu oluşturan sahâbîlere karşı farklı görüş ve mücadelesiyle tanınır. Çünkü o, söz konusu âyetlere dayanarak insanın helâl rızık kazanmak ve âhireti elde etmek için yaşaması gerektiğine inanır, üçüncü bir hedefi zararlı görürdü. Ebû Zerr (r.a), ihtiyaç fazlası malın Allah yolunda harcanması gerektiğini savunurdu. Cumhur sahâbeye göre ise bu âyetler zekât vermeyenleri hedef alıyordu. Nitekim, zekâtı verilen malın artık kenz olmaktan çıktığını ifade eden hadisler mevcuttur(bkz. Buhârî, Zekât 4; İbn Mâce, Zekât 3). Şüphesiz, zekât mükellefi olabilmek için elde ihtiyaç fazlası bir miktar malın bulunması gerekir.

Görebildiğimiz kadarıyla, Ebû Zerr’in görüş ve fetvası üzerine başlıca iki yorum ve değerlendirme yapılmaktadır:

a) Ebû Zerr’in, Hz. Osman devrinin ilk yıllarından sonra bu görüşleri savunduğu kanaati yaygındır. Bu sebeple ihtiyaç fazlası mallar konusunda onun farklı görüşünün, ictihaddan ziyade siyasî sebeplerle ortaya çıktığı, bunun fakir halkla birlikte yönetim aleyhtarları tarafından malzeme yapılıp siyasî bir veçhe kazandığı görülür. Nitekim tefsir âlimi Kurtubî (v. 671/1273), Ebû Zerr’in söz konusu görüş ve fetvası üzerine, “Allah ondan râzı olsun, bu onun aşırıya kaçan fikirlerindendir” diye bir değerlendirme yapar.

b) Ebû Zerr, zenginlik ve refahtan ziyade, sosyal adalet anlayışı, servetin yığılması ve kullanım tarzından kaynaklanan dengesiz gelir dağılımına karşı mücadele vermiştir.

Bu yorum ve değerlendirme dikkate alındığında, sermayesini “dünyevî iktidar” gücü olarak kullanırken hesap gününü ve âhiret hayatını unutan tiplerin çoğaldığı, pek çok zenginin “har vurup harman savurduğu”, pek çok yoksulun da “aç bî ilaç” kıvrandığı günümüz dünyasında Ebû Zerr meşrepli muhaliflere ancak saygı duyulmalıdır. Çünkü hangi şart ve ortamda olursa olsun, Müslüman şahsiyetin zühd hassasiyetine ve dünya-âhiret dengesine ihtiyacı vardır. Mal ve servet, zenginler arasında dönüp dolaşan bir imtiyaz ve tahakküm aracı değil, sosyal hayat düzeninin akışı ve medeniyetin sürmesi için Allah tarafından kullara verilen geçici bir emanet ve imkândan ibarettir.

BERAT GECESİ

Soru 36: Hocam,  kandil gecelerinden Berat’ın faziletine dair bir hadis var mıdır, çok teşekkür ediyorum.

Cevap 36: Şaban ayının on beşinci gecesi olan Berat’ın faziletine dair şu hadisler dikkat çeker:

a) “Allah, şaban ayının orta­sında tecelli eder. Allah’a ortak koşanlar ile Müslümanlara kin ve düşmanlık besleyenler dışında bütün kullarını bağışlar”(İbn Mace, İkâme 191).

Bu hadisin senedi, Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî tarafından hasen, Şuayb Arnavut tarafından da (şâhitleriyle birlikte) sahîh görülür.

b) “Allah Teâlâ, şaban ayının orta­sında dünya semasında (af, rahmet ve mağfiretiyle) iner (tecelli eder) ve Kelb ka­bilesi koyunlarının kılları sayısından da­ha fazla kişiyi bağışlar”(Tirmizî, Savm 39; İbn Mâce, İkâme 191).

c) “Şaban ayının orta­sında gecesini ibadetle, gündüzünü oruçla geçiriniz. Zira Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasına (af, rahmet ve mağfiretiyle) iner ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona sıhhat-afiyet vere­yim, yok mu şöyle, yok mu böyle!’ der”(İbn Mâce, İkâme 191).

Son iki hadis, senedleri itibariyle zayıftır. Zayıf hadisin bilhassa tergîb, terhîb ve fezâil (özendirme, uzaklaştırma ve faziletler) konusunda delil olarak kullanıldığı bilinen bir husustur. Her iki hadis metninde geçen “Allah’ın inmesi” (nüzûl), İbn Hazm’ın da belirttiği gibi, O’nun, kullarının dualarına icabet kapısını açması, bağışlaması ve rahmetiyle tecelli etmesi demektir.

Ramazan ayını yüksek kulluk şuuruyla karşılamak üzere, Rasûl-i Ekrem’in şaban ayında daha çok namaz kıldığı ve oruç tuttuğu Sahîh-i Buhârî’de de yer alır. Ancak Berat gecesinde, her rek’atında Fâtiha’dan sonra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz rek’at veya her rek’atında Fâtiha’dan sonra yüz İhlâs okunan on rek’at namazın çok se­vap olduğuna dair rivayet, başta Zeynüddîn Irâkî, Nevevî ve Leknevî olmak üzere hadis âlimleri tarafından asılsız (mevzu) ve bidat olarak değerlendirilir.

Prof. Dr. Zekeriya Güler - Haber 7

SORULARINIZ İÇİN: zguler59@hotmail.com

Kaynak : haber7.com


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.