Tarih: 11.08.2011 08:20

Afrika’da kuraklık değil, emanete sadakatsizlik

Facebook Twitter Linked-in

    Bakmayın siz, “ölürüm Afrika’da” dediğimize…

   O söz, yirmili yaşlarına yeni girmiş bir üniversite öğrencisinin dilinden dökülmüştü… Ölüm yolculuğuna yatmış gibi hareketsiz duran Afrikalı çocukların ve kadınların açlıktan yüzlerine üşüşen sineklere bile tepki veremeyen çaresizliklerini gördükten sonra. 

      Aç olan kimdi? Sinek mi? Afrikalı insan mı? Yoksa onlara duyarsız kalan, midesi dolu ama gönlü boş, kalbi kıpırtısız olan mı? En aç olanın açlığıydı belki de en acısı. Esas aç olandı bütün bunların sorumlusu. En aç olanın açlığını etle, ekmekle gidermek mümkün müydü? İşte bütün mesele buydu.

     Bakmayın siz, bir şiirin dizelerinde, “ölürüm Afrika’da” dediğimize. Afrika’da ölenlerin, gerçekte ölenlerin kimler olduğunu, niçin öldüklerini biliyor muyuz? Yoksa sanal dünyalarda seraplar diyarında kof meraklarımızın izini mi sürüyoruz? Öyle ise, biri çıkıp bize, “gidin, gidin nereye kadar giderseniz… Hangi zihin boşluğuna düşersiniz, görün”, diye seslenirse, söyleyecek bir sözümüz olur mu?

      Akıl, düşünce ve irade emanetine “evet” diyen insan; hayatın akışı içerisinde bazı şeyleri bu ölçülerden geçirerek, onlara “hayır” demesini de bilmelidir. Emanet bunu gerektirir. Gökler, yer ve dağlar korkup çekinmişlerdi emaneti üstlenmekten. İnsan kabul etti emaneti. “Cahil ve zalim” olma pahasına.

      İnsanın sadakati ve ikiyüzlülüğü

     Şimdi sınanma zamanı. İkiyüzlü insanla sadık insanın ayırt edilme zamanı. Heveslerini put edip onlara tapan insanla, mutlak Güç Sahibi’ni fark edip ona teslim olan insanın ayırt edilme zamanı. Sadakat gösterecek insanla, emanete ihanet eden insanın şu Ramazan günlerinde, açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunun, az da olsa, bilinebileceği bu günlerde, Afrikalı aç ve susuz insanlara doğrulukla, söze sadakat anlamında bir doğrulukla yaklaşma zamanı…

    Böylesi zamanlarda anlaşılır insanın ikiyüzlü mü yoksa doğru mu olduğu.  Afrika’nın açlık ve susuzluk çektiği şu günler, puta tapıp tapmadığının test edilme zamanıdır insanın. O kadar çok put edindi ki insan.  Her bir putla çoğalttı yüzünü. Serveti, parayı kendine put edindi. Makamı, şöhreti put edindi. Sorumluluğunu unuttu. Emanete ihanet etti. 

    Ver de kurtul fazlalıklardan, ey insan. Yolunda belini büken, seni hedefe ulaştırmayacak olan dünya yüklerinden, putlarından kurtar kendini. Arındır yüreğini. Arındır ki,  duyasın Afrikalı aç ve susuz insanların acısını. Somali’nin, Kenya’nın, Etiyopya’nın semaları değil, toprağı ve dağları değil bu felaketin sorumlusu. Milyonlarca masum insanın bir hayat işkencesine maruz kalmasının suçlusu; emaneti üstlenme sorumluluğunu kabul etmeyen bu sema, bu toprak ve bu dağlar değil. Sensin ey insan! Sen ne kadar “cahil ve zalim” olduğunun farkında mısın?

     Asıl kaybeden kim?

      Esas acınacak durumda olan sensin. Kurtarılmayı bekleyen, zahiren, Somali’nin Kenya’nın aç insanları olabilir, öyle görülebilir belki, ama asıl kurtarılmaya muhtaç olan sensin, ey sadakatsiz insan. Yaşadığımız dünyadaki kazanç ve kayıplara varlıklar âlemindeki sınanma açısından bakıldığında, görülür ki, Afrika’nın sefalet kurbanları değildir kaybedenler. Şatafatlı iftar sofralarına hazırlanırken televizyon haberlerinde görüp de şöyle bir “vah, vah…” deyip güya acıdığımız o garipler değildir. Onlar, varlık sürecinin belirli bir zaman diliminde sadece maddî anlamda kaybedenler safındadır. Oysa bu manzaraya tanık olup da söz konusu durumun düzeltilmesi yönünde herhangi bir gayret göstermeyenler, teslim aldıkları emanete sadık kalmadıkları için, asıl ruh ve mânâ düzeyinde ebedî var oluşlarını tehlikeye atmış olurlar. Gerçek kaybedenler bunlardır. 

     O halde, dosdoğru olmak zorunda insan. Ahdine sadakat göstermek zorunda. Sınavı burada. Afrika’da açlık ve susuzlukla ölüm yolculuğuna çıkan insanın sınavı daha kolay bundan. Onun seçenekleri yok. Ama senin çeşitli seçeneklerin var, ey gafil insan. Bırak orada burada ahkâm kesmeyi de, insan olarak verdiğin sözü tut. Varlığın gerçek Sahibi’ni unutma. Onu tanıdığını itiraf etmiştin. Hiç tanımamış gibi davranırsan, yok sayarsan, tanımışlığın gereklerine uymazsan, güvenilmez ve” ikiyüzlü” olursun. Esas sınavı kaybeden sen olursun.

       İnkâr

      İnkâr edilenin inkârından kork! Asıl O seni inkâr ederse hâlin nice olur, bunu düşün. Zira devraldığın emanet, inkârı hoş görmez. Nasıl bir emanet üstlendiğinin bilincinde misin? Nelerden sorumlu olduğunun?

       En başta, akıl ve irade sahibisin, bunlar emanettir. Belirli bir duruşu ve yönelişi gerektirir. Önden inanmayı gerektirir. Hadise ortaya çıktıktan, olgu ile karşılaştıktan sonra inanmanın bir anlamı olmaz. Artık ona inanmamak gibi bir şey düşünülemez çünkü. Uzakta kalmıştır bu durumda inanmak.

     Daha önce inanıp gereğini yapmaktı esas olan. Bu, küllî varlık düzeni için geçerli olduğu gibi, yaşadığımız dünya koşullarında da geçerlidir. Sebep-sonuç ilişkisi kurarak bazı öngörülerde bulunmak, isabetli önlemlerin alınmasını mümkün kılar. Bir felaket meydana geldikten sonra, onun varlığına inanıp inanmamak söz konusu olmaz.

     Afrika’da şimdilerde dünyanın tanık olduğu içler acısı manzara, bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda ve biz bunu son yılların kuraklığı ile açıklayamayız. Bu, insanın emanete sadakatsizliğiyle açıklanabilir ancak.

      Batılı insanın, aklını ve iradesini Afrika’yı sömürmek için kullanmasından başlayarak, en az iki yüz yıldır buna ortak olan ya da sessiz kalanlar da dâhil olmak üzere, bölgesel ve küresel ölçekte emanete ihanet edenler olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, ırk, din, renk ve cinsiyet ayrımı olmaksızın herkesin özgürce yaşama ve güvenlik hakkı bulunduğunu ifade eden BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne rağmen uluslararası sistemin ana aktörleri Afrika’nın gözyaşının da sebebi ve bir bakıma aktörü ise, burada, emanete sadakatsiz zalim insan vardır.

      Bir anne düşünün Afrika’da, oğlan çocuğuna hasret. Erkek çocuk doğurmadığı için kocası tarafından terk edilmiş bir kadın, doğurduğu ilk erkek çocuğa, Allah’a şükür anlamında, Ekbereşukr adını koyuyor. Çocuk büyüyor ve aradan 50 yıl geçiyor, Türkiye’ye geldiğinde görüyoruz ki, kimlik belgesinde adı Ekbereshugwu’dur. Bu ismin ne anlama geldiğini sorduğumuzda, anlamını tam bilmediğini, annesinin memnuniyet ifadesi olarak kendisine böyle bir isim koyduğunu söylüyor. Biz de bunun, aslında, Ekbereşükür olabileceğini dile getirip kendi fikrini sorduğumuz zaman, “olabilir”, diyor; İngiliz sömürge idaresinin yerel kültür ve dilleri tamamen yok ettiği bir Afrika ülkesinde yetişmiş olan bu dostumuz.

     Batılı insanın kurduğu sömürge sistemi, bir Afrikalı çocuğun adını değiştirip onu anlamsız hâle getiriyorsa,  yerli halkın zihin ve bilinç dünyalarını da karartıyor, yıkıyor demektir.

    Şimdi çare olma zamanı

    Şu kutsal Ramazan akşamlarında, iftar ve sahur vakitlerinde içimiz burkularak tanık olduğumuz Afrika’nın perişanlığı, böyle bir kültür ve zihin erozyonuyla başlatılmıştır. Ama şimdi bunu söylemenin zamanı değil. Şimdi çare olmanın, çözüm bulmanın yollarını aramalıyız. Oruçlu dilimizle, yüreklerimizle, Ramazan ayının kolaylaştırıcılığıyla,  Afrika’nın aç ve susuz çocuklarına el uzatmalıyız.

      Bakmayın siz, “ölürüm Afrika’da” dediğimize. O,  yaklaşık yirmi beş yıl önce söylenmiş bir duyarlılıktı sadece. Şimdi hem duyarlı, hem de eylemli olma zamanı. Birey olarak… Devlet olarak… Türkiye olarak. Ancak ondan sonra bekleyebiliriz içimizdeki hüznün giderilmesini.

      Kim giderebilir, ne zaman, içimizdeki hüznü?

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7icanbol@hotmail.com

Kaynak : haber7.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —