Tarih: 10.10.2011 09:02

Kâbe’nin imamı böyle korunursa...

Facebook Twitter Linked-in

Başbakan Erdoğan’ın annesinin cenaze merasimi sırasında gerek Fatih Camii’nde gerekse de Karacaahmet Mezarlığı’nda alınan yoğunluk güvenlik tedbirleri bazı medya organları tarafından abartılı bulundu.

İnsanlık tarihinin nelere şahit olduğu gerçeğinden bihaber bu tür sığ eleştirilere aldırmamak lazım.

İyi ama, bu kadar da olmaz ki... şeklinde bir düşünce içine girmek, insanlığın tüm tecrübelerini gözardı etmek olur.

Güvenliğin şakası ve ihmale gelir yanı yoktur.

Herkesin ölümle bir defa sınanma ve bu acı gerçekle yüzleşme imkanı var.

Her birimiz, bu ülke için ödediğimiz bedel kadar, bedel ödetilme durumuyla karşı karşıyayız. Bu ülkede taş üstüne taş koymadıysanız, onlarca yıl siyaset sahnesinde kalsanız da, canınızdan yana endişe duymanıza gerek yoktur. Devlet adamı bile olsanız çarşı pazarda korumasız dolaşabilir, markette patates soğan alışverişi yapabilirsiniz.

Bu ülkeye hizmetin faturası hep çok ağır olmuştur.

Cumhuriyet tarihimizde Atatürk’de, Menderes’de, Özal’da en kritik dönemde bu bedeli ödemişlerdir. Aşağıda sıralayacağım diğer tarihsel kişilikler de bu bağlamdadır.

Bu ülke için hedefiniz ne kadar büyükse, başkaları açısından da o kadar büyük hedef haline gelirsiniz.

Bu bize ders olsun gerçeği geride kalanlar açısından kısmen anlam ifade etse de, hayatını yitirmişler için filmi geri sarma imkanı yoktur.

Keşke hayatın akışı, “Su içene yılan bile dokunmaz” şeklindeki o güzelim atasözünün anlatmak istediği çerçeve içinde cereyan edebilse...

Keşke dünya, o hassasiyete sahip insanlarla dolu olsa...

Keşke dünyada hiçbir kötülük olmasa...

Keşke her bir insan, diğer insanların şerrinden yüzde 100 emin olabilse.

Nerdeee....

Yok böyle bir şey.

“Su içene yılan bile dokunmaz” atasözü güzeldir ama, bırakın su içerken dokunulmamayı, tarihimiz, Rabbinin huzuruna geçip namaz kılarken ve ibadetle meşgul olurken hayatına kastedilmiş değerli insanlarla doludur.

Yazının içinde yer alan resmi dün akşam ekrandan çektim.

Gördüğünüz resim, dün akşam Kâbe’de kılınan yatsı namazından.

Namazı kıldıran Faysal Hoca’nın etrafı askerlerle dolu. Bazen öyle oluyor ki, imamın etrafındaki asker yoğunluğundan kameralar hocayı görmekte zorlanıyor. Kaldı ki, hocanın etrafındakiler üniformalı güvenlik elemanları. İmama yakın safların arasına yerleşmiş cemaat görünümlü sivil güvenlik elemanları da işin bir başka boyutu.

Şimdi aklınızdan, kutsal mekan Kâbe’de, yani Allah’ın evi olarak kabul edilen o kutlu mescitte, üstelik namaz kıldıran hocaya kim neden fenalık yapsın ki... diye geçirdiyseniz, tarihin tozlu sayfaları arasında bugüne kadar hiç dolaşmamışsınız demektir.

Kâbe baskını...

Konuyu dağıtmadan 32 sene önce yaşanan bir olayı hatırlatayım.

Tüm İslam dünyası Hicri 1400 yılına büyük müjdelere vesile olacağı beklentisi ile girerken, yılın ilk günü, yani 1 Muharrem 1400 tarihinde, Miladi takvimle de 20 Kasım 1979 sabahında Kâbe bir grup silahlı insan tarafından sabah namazı kılınırken işgal edildi.

Baskının hazırlıkları çok önceden başlamış, Kâbe'nin altında bulunan eski devirlerden kalma yüzlerce metrelik dehlizlere aylar boyunca gizlice silâh, mühimmat ve yiyecek depolanmıştı. Dehlizlerin şehre giden uzantıları, meselâ Ecyad Kalesi'ne uzanan yeraltı yolları da tutulmuş ve baskından sonra güvenlik kuvvetlerinin Haremi-Şerif'e girmeleri imkânsız hale getirilmişti.

Fransa'dan antiterör birlikleri getirildi. Kâbe'nin zeminine tonlarca metreküp su basıldı. Suya elektrik verildi ve antiterör timleri suda yüzmeye başlayan cesedleri toplamaya başladı. 3 haftadan fazla süren olaylar sırasında yüzlerce insan öldü. Hz. İbrahim tarafından kurulduğu günden bu yana binlerce yıldır ilk defa Kâbe, bu kadar uzun süreli ibadet edilemez duruma düştü.

Su içerken bile değil, namaz kılarken...

Yukarıdaki örneği, namaz kıldıran Kâbe imamını bile hedef alan insanlar, başkalarına ne yapmazlar düşüncesinden hareketle verdim. Güvenliği değil Kâbe’de, hiçbir yerde elden bırakmamak lazım.

İslam’ın ikinci halifesi, kudretli lider, adaletiyle meşhur Hazret-i Ömer'in 645 yılında Ebû Lü'lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından hem de namaz kılarken şehid edildiğini bilmeyen yoktur.

Ya ondan sonra gelen üçüncü halife Hz. Osman...

Hz. Ali, Hz. Osman’ın hilafeti sırasında ortaya çıkan fitne ortamından kuşkulandığı için Medine’de asker toplamış, oğulları Hasan ve Hüseyin’i de Hz. Osman’ı korumakla görevlendirmişti. Kendisi de Medine dışında karargâh kurmuştu.

İsyancılar bir gün saldırıya geçip Hz. Osman’ın evini ok yağmuruna tuttular. Atılan oklardan, Hz. Ali’nin oğlu Hasan’la, Hz. Talha’nın oğlu Muhammet yaralandı. İsyancılar, ok atarak bir sonuç alamayacaklarını anlayınca, bitişik evin duvarını delerek Hz. Osman’ın evine girdiler.

Delik duvardan içeri giren isyancılar, Hz. Osman’ı oruçlu ağzıyla Kur’an-ı Kerim okurken buldular. İçeriye giren suikastçılardan biri kılıcını çekerek Hz. Osman’a doğru salladı. Eşinin yanında bulunan Naile Hatun, Hz. Osman’ı korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı. Bu sefer öbür iki suikastçı Halife’ye saldırdı. Biri kılıcını Hz. Osman’ın göğsüne saplarken, öteki de boğazına sarıldı. Az sonra, Hz. Osman kanlar içinde, cansız yerde yatıyordu. Hz. Osman’ın kanı, okumakta olduğu Kur’an’ın üzerine sıçramıştı.

Ya İslam’ın dördüncü halifesi Hz. Ali?

Peygamber Efendimizin sevgili damadı, dördüncü halife Hz. Ali. Kufe'de camiye namaza giderken, Hariciler'den Abdurrahman Mülcem’in saldırısına uğradı ve birkaç gün sonra şehid oldu

Bu kadar mübarek, bu kadar kutlu insanlara hançer kaldıranlar, başkasına neler yapmazlar.

Alp Arslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı'nı kazandı. Bizans İmparatoru Romen Diyojen'i esir aldı. Fakat sadece 1 yıl sonra,  Maveraünnehri geçerek zaptettiği bir kalenin kumandanı Harezmi Yusuf tarafından hançerlenerek ağır şekilde yaralandı ve birkaç gün sonra da vefat  etti.

Oğlu Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları Akdeniz ve Marmara Denizinden Kaşgar'a, Kafkasya'dan Yemen'e kadar uzanıyordu. En güçlü vezirlerinden Nizamülmülk 1092'de Hasan Sabbah'a bağlı fedailerce öldürülürken, aynı yıl Melikşah da kimliği belirsiz kişilerce zehirlenerek öldürüldü. Roma’yı almayı planlayan iki büyük liderden Büyük Hun İmparatoru Atilla’da zehirlenerek öldürüldü, Fatih’te...

Bu konuda o kadar çok örnek var ki, sıralasam sayfalar dolusu kitap olur. Onlardan asırlar sonra doğmuş olsam bile, yukarıda sıraladığımız tarihsel şahsiyetleri koruyamamış olmanın utancı, bu olayları ne zaman okusam içimde bir ukdedir.

Sözün kısası şu:

Güvenlik konusunda tedbir elden bırakılmamalıdır. Bir ülkeyi idare edenler, aynı zamanda o ülkenin namusu ve şerefidir. Tarihten aldığımız dersler bize yeter de artar diyenler, ülkemizi yönetenlere göz kulak olma konusunda gaflet göstermemelidirler.

Kâbe’nin imamını hem de Kâbe’de namaz içinde bile art niyetli insanların şerrinden korumak gerekiyorsa, bu ülkeyi dünyada söz sahibi yapmak için çaba gösteren yöneticilerini nasıl korumak lazım, varın gerisini siz düşünün. Emniyet güçlerimizi duyarlılıklarından dolayı kutluyorum. En doğrusunu yapıyorsunuz.

Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber 7www.osmanozsoy.com.trwww.twitter.com/ozsoyyazilar

Kaynak : haber7.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —