Önce bir özür: Geçen hafta aynı başlıkla yayınlanan yazının ne bir ilk bölüm olduğunu, ne de birkaç hafta önce Ankara’da Risale Akademi’nin düzenlediği “Münazarat Ekseninde Milliyet Fikri ve Demokrasi” başlıklı konferansa gönderilmiş bir metin olduğunu belirtemedim. Zaman darlığı, sıkışıklık vs. gibi mazeretlere sığınmayacağım. Durup dururken sürekli Münazarat (1911) isimli bir kitaptan bahseden bu yazının neden icap ettiğini merak eden okuyucularımdan haklarını helal etmesini isterim.
Yazının ilk bölümünde belirttiğim gibi tam tamına 100 sene önce yazılmış bir eser Münazarat. Kürtleri muhatap alan, hürriyet ve demokrasi gibi konuları din, Kürtler, Türkler ve Osmanlı devleti bağlamında yorumlayan ve bugüne ilişkin söylediği çok şey olan bir kitap…
Söz konusu yazınının ikinci bölümü aşağıdadır.
***
Aynı şekilde, Münazarat'ı yazdıktan hemen bir sene sonra katıldığı Rumeli seyahatına ilişkin malum anektod da anlamlıdır. Kendisine 'hamiyet-i milliye mi yoksa hamiyet-i diniye mi daha lazım ve faydalıdır?' diye soran modern öğretmenlere verdiği cevap Münazarat yazarının zihinsel bölünmenin uzağıhda olduğunun delilidir ve bu cevap aslında bugün bizim zihinlerimize ayna tutmaktadır.
'Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman, hamiyet-i diniye avâm ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine (yani, menâfi-i şahsiyesini millete feda edene) has kalır. Öyleyse, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye, ona hâdim ve kuvvet ve kalesi olmalı. Hususan, biz şarklılar, garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplere hâkim hiss-i dinîdir.'
Bu satırların devamında yaptığı tahlil ise dinden bağımsız bir milliyet algısının gaflet ve dalalet ile bağlantısını göstermesi açısından anlamlıdır.
Bugün zihinlerimizde din ile milliyet arasında itibarî, zahirî ve arızî bir ayrılığın ötesinde esaslı ve temelli bir ayrılık yaşanıyorsa, bu zihinlerin Bediüzzaman'ın eserlerini, özellikle de günümüzün yakıcı milliyetçilik konularına ilişkin tesbitlerini hakkıyla anlaması ve sözcülüğünü yapması ne kadar mümkündür?
Daha önce bahsettiğim kişisel yanılgının cemaatî kaynaklarını göstermesi noktasında, medyatik bir cemaat kanaat önderinin bir kaç sene önce bir gazete tarafından kendisine sorulan 'Kürtçe ile ilgili' soruya verdiği cevap ibretamizdir. Bu kanaat önderi Kürtçe dilinin öğretilmesinin veya eğitim dili olmasının mümkün olmadığını, çünkü Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının buna izin vermediğini ifade ediyordu.
Dahası, bugün Risale-i Nur talebelerinin gönül rahatlığıyla Kürtçe köy ve mahalle isimlerinin kullanılması, Kürtçe eğitime izin verilmesi veya Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde idarî yetkilerin yerel yönetimlere aktarılması gibi konularında çok çekingen olması, hatta bazılarının Bediüzzaman'ı bir ulus-devletin savunuculuğuna kadar indirebilmeleri zihinsel bölünmelerin bir diğer ilginç örneğidir.
Bu zihinsel bölünme karşısındadır ki, Bediüzzaman Cumhuriyet'ten sonra ismini Said Nursi'ye değiştirmiş, Münazarat gibi eserlerde bölünmüş zihinlerin yanlış anlayacağı muhakkak bölümleri ya çıkartmış ya da değiştirmiştir. Ama Kürt kavmine mensup olduğu gerçeğini inkar etmemiştir. Bu, rejimin tasallutuna karşı bir korunma taktiği değil, yazdığı risalelerle gösterdiği gibi, tevhid'in bütün vechelerine kendini adamış bir insanın tercihidir. Kaderin manidar bir tecellisiyle, en yakın talebeleri hep Türklerden olmuş ve kendisi de 'İmanlı ve dindar bir Türk talebemi dinden uzak yüz Kürde değişmem' mealindeki ifadeleriyle milliyetçiliğin ufunetli çizgisinden ne kadar uzak olduğunu defalarca ifade etmiştir.
Ziyaretine gelen Kürtlerden kimisiyle Kürtçe konuşmayı reddetmesi, kimisiyle ise saatlerce Kürtçe konuşması üzerinde düşünülmesi gereken ilginç bir ayrıntıdır.
Şahsen, bugün Münazarat'tan çıkarılabilecek en iyi dersin zihinsel tevhid olduğu kanaatindeyim. Türk ya da Kürt, zihninde milliyetçilik unsurları taşıyan, tıpkı o Rumeli trenindeki bilimci öğretmenler gibi din ile milliyeti ayrı varlık alanları olarak görebilen, bir diğerine yabani bakabilen zihinlerin Münazarat'ı ve ders verdiği muhabbet ve dostluk mesajlarını anlayamayacağı açıktır.
Hamiyet-i diniye ile hamiyet-i milliyenin ayrı şeyler olduğunu düşünen Risale müntesiplerinin çokluğunu düşününce, en başta kendini Risale-i Nur ile tanımlayanların bu derse muhtaç olduğunu düşünüyorum.
Pratik olarak da birkaç şey söylemek gerekirse, 'Kürt sorunu' denilen sorun çok büyük ölçüde psikolojiktir. Türk tarafının milliyetçilik ve ulus-devletçilik taraftarlığı ve bölünme korkusu, Kürt tarafının da sokak tabiriyle 'adam yerine konulmamışlık' psikolojisi en büyük engeldir.
Bu psikolojik bariyerin aşılmasında özellikle Münazarat'ın doğru anlaşılması ve anlatılması büyük rol oynayabilir. Ermenilerin bile vali veya kaymakam olmasını tolere edebilen Bediüzzaman'ın Münazarat’ından, seçilmiş bir Kürt vali fikrini neden devşirilemediği sorulması gereken önemli bir sorudur.Murat Çiftkaya / Haber 7ciftkaya@yahoo.com
Kaynak : haber7.com