Tarih: 14.10.2011 07:14

Ahmet Hakan'ın edebi karamsarlığı

Facebook Twitter Linked-in

Şiirin öldüğüne, edebiyatın bittiğine dair yazıların gazete ve dergilerde yazılmaya başladığı tarih doksanlı yılların başına dayanıyor. Türkiye’nin liberalleşmesi ile bu tartışmaların bir ilgisi var mıdır bilmiyorum. Ama şunu da merak etmiyor değilim: Belli aralıklarla şiirin sonuna gelindiğini söyleyen kişiler bu yargıya nasıl kesin bir şekilde varabiliyorlar?

Biten kendi şiir zevkleri olmaz mı mesela?

Yaşadığımız ortamın gittikçe piyasaya ve siyasaya endekslenmesi neticesi şiirin karşı konulmaz bir dalganın altında kaldığı mı kastediliyor yoksa?

 Gerçekten dikkatli bir şiir takipçisinin daha moral bozukluğunun ilk aşamasında şiirin bittiğine hükmedebileceğine ihtimal vermiyorum.

Geçen gün Nobel’in uzun bir aradan sonra bir şaire verilmesinden yola çıkarak Ahmet Hakan da yazdı. Edip Cansever’i,Cemal Süreya’yı,Atilla İlhan’ı,Can Yücel’i,Turgut Uyar ve Sezai Karakoç’u anarak nerde bu ustaların damağımızda bıraktığı tat ve nerde şimdikiler demeye getirdi.

Ahmet Hakan yeni şiirler okumayı çok istediğini, bunun için gayret ettiğini,ama bir türlü bunu başaramadığını,sanki bütün iyi şiirlerin daha önce yazıldığını söylüyordu.

Ahmet Hakan’ın iyi bir şiir okuyucusu olduğunu biliyorum.

Ama günümüz şiirini okumak konusundaki yorgunluğunu anlamakta zorlanıyorum.

Konu günümüz şiirinden açıldığı zaman en zor olanın somut örnek vermek olduğunu biliyorum.

Şairleri gücendirmek gibi riskli bir tarafı var bu işin.

Fakat  yine de bunu göze alarak günümüz şiiri konusunda biraz olsun ümitsizlik bulutlarını dağıtabilmek için şiirin ölmediğinin canlı şahitlerini sıralayabiliriz.

 Mesela Osman Konuk gibi şiirini beyaz bir savunmayla savunabilen “penye ve hakikat”in, “kır düğünü”nün şairi hâlâ aramızda ve çok güçlü şiirler yazabiliyorken şiire karşı inancımızı yitirmemizin makul bir gerekçesi kalmış olabilir mi?

Diğer taraftan, şu dizelerin sahibi günümüz şiirinin dünkü şiirin gücünden hiç de bir şey kaybetmediğini göstermiyor mu? “ Uyanmış kalmışım, nasıl bir şey bu/ Toprağa baktım yerinde yoktu;/Şiirden aşağıya attım kendimi/ Düşerken düşündüm,ölmesem mi?” (İbrahim Tenekeci).

Şiirde bugünü görememek sadece bugüne mahsus bir şey de değil.

Ne varsa dünkü şairlerde var diyenlerin bir çırpıda saydıkları şairlerin bir çoğu kendi zamanlarında hak ettikleri ilgiyi görememiştir.

Galiba bir şairin şiiri için en büyük talihsizlik şairinin hâlâ yaşıyor olmasıdır.

Şiir şairinin kabri üzerinde tüten efsanelerle büyüyüp yeni çağrışımlar kazanıyor sanki.

Faruk Nafiz “Şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın” diye boşuna söylememiş demek ki.

Faruk Nafiz’i de Ahmet Muhip’i ve Tanpınarı’da yaşatan biraz ölümleridir.

Ölen kişiye tarafsız ve bağımsız bir nazarla bakmak daha kolaydır. İnsanın gövdesi aradan çekilince o boşluğu dünyadaki kıymeti ve bıraktığı iz dolduruyor.

Yaşadıkları çağa, ülkeye ve zamana tanıklıklarıyla hayata en güzel dizelerle kayıt düşen ‘İntihar İlacı’nın ‘Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi”nin ve “Yarın Bekleyebilir”in şairi Hüseyin Atlansoy’u nasıl dünün insafına ve de hükmüne terk edebiliriz?

Şiirde en verimli dönemlerini yaşayan, Süleyman Çobanoğlu, Mustafa Muharrem, Ahmet Murat, Gonca Özmen, Şeref Bilsel, Mustafa Akar, Furkan Çalışkan, Ahmet Edip Başaran,Emel Özkan, İbrahim Gökburun, Süleyman Unutmaz gibi şairleri öncelikle dergilerden takip etmek gerekiyor.

Şiirin gürül gürül aktığı, Türk şiirinin dünya şiiri karşısında bir adım önde durduğu şiirin gerçek kaynakları olan bu dergilerde hakkıyla okunabilir ancak.

Bir de her şiiri kendi eşref saatinde okumak lazım.

Çünkü şiir biraz da okuyanın o anki halet-i ruhiyesine denk düşen kişisel zamanıyla doğru orantılıdır.

Hüseyin Akın / Haber 7akinakinhuseyin@hotmail.com

Kaynak : haber7.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —