Azra bebek ve ailesinin 2 gün sonra enkaz altından kurtarılışı “Depremden Mucizevi Kurtuluşlar' halkasına eklenirken işte akla gelen kurtuluş vakalarından ilginç bir tanesi
Van depremi yürekleri sızlatsa da, enkaz altından çıkarılanların mucizevi kurtuluş hikayeleri az da olsa teselli oluyor. Keşke bu tür hikayeler meraklıları tarafından toparlanıp kitap haline getirilebilse.
Ölen bir kişinin eli omzundan sarkmış haliyle enkaz altından kurtarılmayı beklerken görüntülenen Yunus’un kendisine ilk ulaşıldığında “Saat kaç, babam internet kafede olduğumu öğrenirse kızar” sözleri nasıl unutulur. Yunus daha sonra hayatını kaybetti ama, içinde büyüttüğü babasıyla yüzleşme korkusunun kendisini ne kadar etkilediğini de bilmiyoruz.
Ya 14 günlük bebek Azra’nın durumuna ne demeli?
Depremin üzerinden 2 gün geçtikten sonra dün enkazdan sağ kurtarılan Azra bebeğin annesi Semiha Karaduman enkaz altında birlikte geçirdikleri saatleri şöyle anlatmış:
“Azra’yı enkaz altında ilk gün emzirdim. Enkaz altında hiçbir şey yiyemediğimiz için sütüm de kurudu. Sütüm kuruyunca bebeğimi tükürüğümle besledim. Çünkü açtı ve ateşi çıkmıştı. Biz açlığa dayanabiliyorduk, fakat onun öyle bir durumu yoktu. Bundan dolayı da onu tükürüğümle hayatta tutmaya çalıştım.''
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden sonra kaleme aldığımız “Depremde Mucizevi Kurtuluşlar” başlıklı kitabı yazarken, nerede ise depremzede sayısınca birbirinden ilginç kurtarılma hiyakeleri olduğunu fark etmiştim.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, keşke bu tür hikayeler meraklıları tarafından toparlanıp kitap haline getirilebilse... Van depreminde enkaz altında kurtulanların birbirinden ilginç kurtulma hikayelerini derleyip toparlamayı düşünenleri cesaretlendirme adına, bahsi geçen kitapta yer verdiğim örneklerden birini burada aktarmak istiyorum. Van depremi üzerine çalışmak isteyenlerden yöntem konusunda nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiğini merak edenler varsa kendilerine yardımcı olabiliriz.
Şimdi sözü uzatmadan, 1999 Marmara Depremi sırasında Gölyaka Eda Eğitim Şirketinde çalışan Hikmet Aker’in kurtuluş öyküsüyle başbaşa bırakayım sizleri.
Hikmet Aker şöyle anlatıyor:
“Son hafta içimde büyük bir sıkıntı vardı. Başında bulunduğum yurdu yeni eğitim sezonuna hazırlamak için yapılacak çok iş vardı ve ama hadiseler boşuna uğraşma der gibi gelişiyordu.
Deprem olduğu gece yurtta tek başıma idim. Normalde yurdumuzu yeni sezona hazırladığımız için genelde 5-10 kişi muhakkak bulunurdu.
Yurdun boya badanasını yeni halletmiştik. Battaniyeler tertemiz yıkandı. Her şey pırıl pırıl, tertemiz oldu. Bir eksiklik göze çarpmıyordu. Eksiksiz bir sezon geçirmek istiyorduk. Tüm hazırlıklar tamdı. Yurdumuz 4 katlı idi. Daire sisteminde 1 katta 3 daire vardı. Gölyaka’nın en güzel binalarından biriydi.
Yine yurdun işleriyle meşgul olduğum için geç yatıyordum. Deprem gecesi de saat 1.30’da yattım. Masamda küçük bir saatim vardı, ilk sarsıntılar başladığında birden saate baktım ve saatin 3 olduğunu gördüm. Odam küçüktü. Ben yurdun ikinci katında ranzada yatıyordum. Ranza çift katlıydı, ben onu teke kata indirmiştim.
Sarsıntılar hafif hafif artmaya başladı ve gittikçe çoğaldı. Binanın yatmaya başladığını hissettim. Binanın yıkılacağını anladım. Binada önce kuzey, sonra güney, ardından da doğu istikametine doğru yatmalar oldu. Sonradan öğrendiğime göre fay hattı yurdumuzun altından geçiyormuş.
Binanın sağa sola öne arkaya yatmaları bittikten sonra hafiften bir durur gibi oldu. Sonra alttan gümbürtüyle birlikte burkma oldu. Gümbürtü, burkma hepsi birlikte bir anda binayı yıktı. Alttan gelen gümbürtü sesiyle duvarlar yerlerinden söküldü. Ben söylediğim gibi ara kattaydım.
Sonra üzerime kapı düştü. Kapı hiç bir tarafımı ezmedi. Ben bunlara şükrediyorum. Binanın o gümbürtü sesiyle birlikte yıkılacağını anladım. “Allah’ım” diye bağırdım. Sonra şahadet getirdim. Ben bu karmaşa içinde şahadet getirdiğime sevinirken ve şükrederken baktım bina tamamen yıkılmış.
Sarsıntı bitip hareketler durduğunda üzerimde kapı olduğunu farkettim.
Yatağımda tamamen sıkışmış durumda değildim, rahattım. Olayın şiddetine rağmen bulunduğum konuma şükrediyordum. Bina yıkıldı ama bedenimde hiçbir ezilme yok, sıkışma yoktu. Bir müddet sonra, serbest hareket edebileceğim daha rahat bir yer bulabilir miyim diye ellerimle sağı solu yokladım. Ellerimle yokladım çünkü, ortalık zifiri karanlıktı. Ortalıkta büyük bir toz duman vardı. Çok toz yuttum. Üzerimde kiriş vardı. Kirişin ikiye çatladığını orda gördüm. Üzerimdeki kirişte hasır beton tavan ikiye ayrılmıştı. Ben bunlara şükrediyordum. Çünkü bunlar olağan şeyler değil. Normalde benim üzerime doğudan düşmüş olsalardı beni tamamen ezebilirlerdi ve ben oradan kesinlikle sağ çıkamazdım.
Ben etrafımı yoklarken dolabın başımı koruyacak şekilde oval bir durumda yıkılmış olduğunu farkettim. Yüzü koyun bir şekilde yatıyordum. Ön tarafımda çıkacağım hiçbir yer yoktu. Masam tamamen yatağıma sıkışmıştı. Dolabım yatağım üzerine gelmişti. Diğer tarafa baktığımda duvar ters istikamete yıkılmıştı. Öndeki pencere de ters istikamete yıkılmıştı. Baş ucumdaki kalorifer yerinde duruyordu. Daha sonra bu enkaz arasından sıyrılarak kendime oturacak kadar bir yer buldum. Tabii bunlara hep şükrediyordum. Bina yıkılmış param parça olmuş, ben ise bu enkazın arasında bedenime hiçbir zarar gelmemiş vaziyette bulunduğum için hep şükrediyordum.
Kendime oturacak kadar bir yer bulduktan sonra, orada ne kadar kalacağımı da bilemediğimden dolayı işime yarar bir şeyler bulabilir miyim diye oturduğum yerden aranmaya başladım. Anladım ki durum sandığımdan da vahim. Ne Gölyaka, ne Bolu, ne de buraya yakın hiçbir yerleşim yerinin ayakta kalmadığını düşündüm. Çok sayıda insanın öldüğünü düşünüyordum. Bu kadar yoğun deprem enkazı içinden beni 5-10 gün sonra ancak kurtarabilirler diye düşünüyordum.
Beni kurtaracakları ana kadar, burada yaşamak zorunda olduğumu biliyordum. Kendimi bile bile ölüme bırakamazdım. Mevlam beni bu felaketten kurtardığına göre, yaşamak zorundaydım. Su aramaya başladım. Bildiğiniz gibi o günlerde havalar oldukça sıcaktı. Bununla birlikte çöküntü esnasında ortaya kalkan toz duman arasında yediğimiz tozlar yüzünden susuzluk hissi de çok geçmeden başlamıştı. Hemen önümde duran kaloriferin peteklerini ve borularını milim milim yokladım. Hiçbir sızıntı yoktu. Halbuki bu kalorifer en ufak sarsıntıda su damlatırdı. Çok uğraştım, eğdim, büktüm, burktum tüm imkanlarımla vanayı sökmeyi başardım ama, içinden tek damla su akıtamadım.
Liseli yıllardan beri izcilik yapıyordum. Onun için izcilik çantamı hiç yanımdan ayırmazdım. Çantamın içinde bulunduğu çelik dolabın yatağımın üzerine yıkıldığını farketmiştim. Fakat ya kapağı kapalı olabilir, yada büyük ihtimalle kapaklarının üstüne doğru yıkılmış olabilirdi. Ortalık karanlıktı. Sürünerek dolaba doğru ilerledim ve elimle dolabı yokladığımda kapaklarının bulunduğu yerin elimi sokabileceğim kadar genişlikte açıklık olduğunu farkettim ve ey yordamıyla çantamı buldum. Eşyalarımdan bazıları saçılmış etrafa, fakat o karmaşada çantamı bulabildiğimi için Rabbime şükrettim. Sonra çantamı açtım ve içindeki malzemelerden sargı bezlerinin, vitamin haplarımın ağrı kesicilerim ve kremlerimin çantamın içinde bulunduğunu farkettim. Çantamı yanıma alıp sürünerek tekrar daha genişçe olan eski yerime geçtim ve çantamı elimi attığımdan bulabileceğim bir yere koydum. Sağlam bir yere uzanmak ve yatmak istedim ama yapamadım. Yerin sürekli sallanması ve eşyaların sarsıntının şiddetiyle üstüme gelebileceği düşüncesiyle uzanmaktan vazgeçtim.
Geçen zaman içinde sabah namazı vaktinin de artık girmiş olabileceği aklıma geldi. Su olmadığı için abdest işini nasıl yapabilirim diye düşünürken aklıma teyemmüm geldi. Teyemmüm yapıp abdestimi aldıktan sonra kıblenin nasıl olabileceğini düşündüm. Kıblenin ne tarafa olduğunu elbette biliyordum ama, binanın yakılırken döndüğünü farketmiştim. Sonra, her zaman döndüğüm istikamete dönerek namazımı kılmaya karar verdim. Bulunduğum yerde ayakta durma imkanı yoktu. Kalkabildiğim kadar ayağa kalkmaya çalıştım ve rüku vaziyeti kadar ancak yükselebildim ve namazımı başımı iyece öne eğerek kılmayı başardım. Şunu itiraf etmek isterim ki, hayatımda en haz aldığım namazlarımdan birisi oldu.
Susuzluk içimi yakmaya başladı. Namazın sonlarına doğru yine aklıma geldi. Su işini nasıl yapabilirim diye düşünürken yere su damlar gibi bir ses duyduğumu farkettim. Namazımı tamamlarım, dualarımı yaptım. O karanlık ortasında, Peygamber Efendimizin kabrinin gözlerimin önünde canlandığını farkettim. İçimden kurtulabilme ümidi hiç eksik olmadı ama, bunun ne zaman gerçekleşebileceğini tahmin etmek mümkün değildi. Sarsıntının şiddeti bende, etrafta büyük bir yıkım olabileceği kanaati doğurmuştu. Gelirler ama, bunun ne zaman olacağı elbette değildi. Ben Rabbime devamlı şükrediyordum. Binanın aldığı hal karşısında hiçbir yara ve çizik almadan içinde bulunduğum rahat ortamı bana sağladığından dolayı ne kadar şükretsem azdır diye düşünüyordum.
Su damlama sesi ise gelmeye devam ediyordu. El yordamıyla aramaya başladım ve suya ulaştım. Kaloriferin bir yeri delinmiş, tertemiz su akmaya başlamıştı. Halbuki aylardır kaloriferler yanmadığı için içindeki su pas kokulu olur diye tahmin ediyordum. Kurtulduktan sonra oraya tekrar geldiğimde, kaloriferden akan suyun kirli ve paslı olduğunu farkettim. Halbuki içtiğim zaman bana tatlı ve mis gibi gelmişti. Bundan temiz su nasip ettiğinden dolayı Rabbime ayrıca şükrettim.
Bina yıkılırken oluşan tozlardan yutmuş olmamdan dolayı içimde sıkışma hissediyordum. Ama şimdi hem suyu bulmuş, hem de vitamin haplarıyla bir müddet idare edebilme fırsatı yakalamıştım. Suyu sürekli yalıyor ve elimle ağzımı ıslatıyordum. Gömleğimden yırtarak onu ıslattım ve ağzımı onunla silmeye başladım.
Bu arada depremden bir müddet saat sonra o akşam birlikte olduğumuz mahallenin gençlerinin enkazın başına gelerek “Hikmet Hocam” diye bağırdıklarını duymaya başladım. “Oh çok şükür Allah’ım, arkadaşlarım yaşıyor, beni buradan kurtar ve yeniden onlarla birlikte olmayı bana nasip et” dedim. Ben onların sesini duyuyordum ama onlar beni hiç duymuyorlardı. Bağırıyordum; “buradayım, sağım, iyiyim” diyordum ama duymuyorlardı.
Aradan bir müddet daha zaman geçti ve enkazın üzerinden gelen konuşma seslerinden kurtarma amacıyla gelen askerlerin seslerini duydum. İçeriye doğru seslenerek, “içerde biri var mı? Sesimi duyan varsa duvara vursun” diye bağırıyorlardı. Ben sağımda solumda bulunan tuğlalarla duvarlara vurarak sesimi onlara ulaştırabildim. Çıkardığım seslerle içeride biri olduklarını farkettiklerinde çıkardıkları sevinç seslerini unutamam. Daha sonra benimle konuşa konuşa bulunduğum yeri tam olarak tespit ettiler. Asker olduğunu farkettiğim çıktıktan sonra da öyle olduğunu gördüğüm kişi “Seni çıkaracağız merak etme” diye sesleniyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre beni çıkarmak için 4-5 saat mücadele vermişler. O kadar kalın kirişleri o kadar kısa sürede kırıp bana ulaştıklarını hala anlayamadım.
Çıkabilmem için bulunduğum istikamete doğru yer açmaya çalışıyorlardı. Asker bana bir fener uzattı. Feneri odanın içinde doğru uzattığımda yatağımın paramparça olduğunu gördüm. İlk yardım çantama ait eşyaları toparladım ve içine koydum. Beni dışarı çektiler. “Çantam da var, lütfen onu da alır mısınız” dedim. Çünkü dışarıda benim gibi kurtulmayı bekleyen daha birçok insan olabileceğini düşündüm ve lazım olabileceği kanaatine vardım. Eğer sağ kurtulursum yapacağım ilk işlerden birisi, diğer ihtiyaç sahipleri için koşturmak olacaktı.
Dışarıya çıkartıldığımda önce beni kurtaran askere sarıldım. Baktım ki, dışarıda en az 50 kişi var ve benim kurtulmamı seyreden mahalleli enkazın yanında bekliyorlarmış. Şöyle geriye dönüp baktığımda, büyük bir enkaz yığınının altından çıkarıldığımı farkettim ve beni tekrar hayata döndürüp kalan ömrümde yeniden hizmet etme fırsatı verdiği için Rabbime şükrettim.”
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber 7www.osmanozsoy.com.trwww.twitter.com/ozsoyyazilar
Kaynak : haber7.com
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.