Hatıralarla İstanbul
Sempozyumun kapanış oturumunda konuşan Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Çocukluğunun Fatih Hırka-i Şerif’te geçtiğini belirterek, “Çocukluk yıllarım 60 öncesine dayanıyor. Benim büyüdüğüm yıllarda İstanbul ezan sesleriyle doluydu. Bozulmamış İstanbul’u gördüm. Şimdi ise bulunduğumuz Fatih’i bile tanıyamıyorum. İstanbul Türkçesi, İstanbul Efendiliği gibi kavramlar vardı. Artık merkezi İstanbul dar bir alana sıkıştı. Bakıyorum da elde avuçta bir şey kalmadı” diye konuştu. Bizi yönetenlerin merkezi İstanbul’a sahip çıkması gerektiğini belirten Sayar, “Ezanlı semtlerimiz gözümüz gibi korumalıyız. Yeni kurulan semtlerin bir önemi yok. Oralara ne yaparsanız yapın” şeklinde konuştu.
İstanbul çok değişti
Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, İstanbul’un karakterinin göçlerle birlikte çok çabuk değiştiğini belirterek, “Bence İstanbullu yoktur. İstanbullulaşma vardır. İstanbul tarafından asimile olan insanlar vardır” dedi.
Göçlerle birlikte kötüye doğru gidişten korkmadığını belirten Vasiliadis, İstanbul’un bu insanları kendisine alıştıracağını dile getirdi. Bir zamanlar İstanbul’da bir yoğun bir Rum toplumu olduğundan söz eden Vasiliadis, şunları kaydetti: “Şimdi ise bunların bir kısmı kaldı. Ben onların ‘caretta caretta’lar gibi korunması gerektiğini düşünüyorum. Hep birlikte yaşadığımız o eski mahalleler kalmadı. Çocukluğumun geçtiği Tarlabaşı’nda 40 bin Rum yaşardı. İstanbul’da Suriçi’nde yaşayan Osmanlı Rumları ve Beyoğlu’nda yaşayan Rumlar vardı. Suriçindekiler Osmanlı Rumları idi. Beyoğlu Rumları ise batılı yaşamı seçmişlerdi.” Vasiliadis, Varlık Vergisi nedeniyle aile olarak o dönemde çok büyük zorluklar yaşadıklarını dile getirdi.
Mecidiyeköy dutluktu
Yazar Erol Üyepazarcı ise çocukluk yıllarında İstanbul’da 2 katlı ve bahçeli evlerde yaşadıklarını söyledi. O zamanlar İstanbul’un bostanlarla dolu olduğunu belirten Üyepazarcı, İstanbul’un kendi sebzesini yetiştirdiğini ifade etti.
Üyepazarcı şunları kaydetti: “Sosyal hayatta bir mahalle kültürü vardı. İlişkiler samimi ve sıcaktı. İstanbul efendiliği önemliydi. İstanbul efendisi, İstanbul Türkçesi kavramlarının artık ortadan kalktığını düşünüyorum.”
1950’li yıllarda şehrin Şişli Camii’nde bittiğini de sözlerine ekleyen Üyepazarcı, “O zamanlar Mecidiyeköy dutluktu. Oraya dut yemeye giderdik. Şimdi ise devasa gökdelenlerin yükseldiği bir semte dönüştü” dişe konuştu.
Diyarbakır’da gavur, İstanbul’da kürt
Yazar Mıgırdiç Margosyan da 15 yaşında ana dilini Ermeniceyi öğrenmek için Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiğini belirterek, “İstanbul’a ayak bastıktan sonra edindiğim ilk intiba beni çok üzdü. Çünkü kendimi bir yetimhanede bulmuştum. Şişli’de Ermeni yetimhanesine yerleştirildim. Diyarbakır’dan gavur mahallesinden yola çıkmıştık, buraya geldik kürt olduk. Zamanla İstanbul’u tanıdık” diye konuştu.
Bu yıl ikincisi düzenlenen sempozyumda 21 ayrı panel yer aldı. Dünyanın dört bir tarafından gelen 100’e yakın akademisyen, Osmanlı İstanbul’unun aykırı bekarlarından 19 yüzyıla damgasını vuran kadın hırsızlarına, şehrin dilenci tiplerinden musiki kültürünün bekçilerine, padişahların dinlenme ve eğlenme mekanlarından Tanzimat romanında zevk ve eğlence kadınlarına kadar pek çok sıra dışı konu ile İstanbul’un gizi kalmış tarihini su yüzüne çıkardı.
“II. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu” hakkında ayrıntılı bilgiye ve sempozyum programına http://osmanliistanbulu.org/