Tarih: 01.01.0001 00:00 16

2. Abdülhamid Han’ın Öz Torunu Orhan Osmanoğlu ile çok özel bir söyleşi yaptık

“Türkiye koalisyonlarla idare edilemez!” diyen Orhan Efendi, “Tarihimize baktığımızda iki padişahın bir ülkeyi yönettiği görülmemiştir .”

2. Abdülhamid Han’ın Öz Torunu Orhan Osmanoğlu ile çok özel bir söyleşi yaptık
 Orhan Bey merhaba kendinizi tanıtır mısınız? Öncelikle okurlarımız silsileyi merak ediyor. Siz hangi kuşaksınız?

Ben Orhan Osmanoğlu. Evli ve 5 çocuk babasıyım. 4 tane kızım 1 tane oğlum var. Abdülhamit Han’ın torununun torunu oluyorum. Silsile olarak Sultan Abdülhamit’in büyük oğlu Mehmet Selim Efendi, Mehmet Efendi’nin oğlu Abdülkerim Efendi, babam Harun Abdülkerim Efendi ve ben.

Yurtdışındayken memleket hasreti vardı. Süreçten bahseder misiniz?

1924 yılında sürgün kararı çıktığında Mehmet Selim Efendi ve bütün aile sürgün edildi. Suriye Halep’e yerleşti. Daha sonra Suriye Türkiye’ye yakın olduğu için “bir hanedan üyesinin burada bulunması sakıncalı” dendi ve Halep’ten de sürgün edildi. Beyrut’a gitti ve orada hayatına devam etti.

Türkiye’ye geri dönüşünüz nasıl oldu?

1956 yılları Menderes zamanında kadınlara has çıkan bir kanun oldu. Sadece Sultanların Türkiye’ye girmelerine izin verildi. Biz 1974 yılında geri döndük ama bu dönüşümüz özel Hanedan’a çıkan bir kanunla olmadı. Ecevit Döneminde bir koalisyon hükümeti vardı. Milletvekilinin verdiği bir önergeyle torba yasasının içine Hanedan’ı da eklediler. Bunu kamuoyu pek bilmez ama ben bazen katıldığım programlarda dile getiriyorum. Biz 1 oyla yurdumuza girmeye hak kazandık. Fakat yine mülteci konumundaydık. Türk vatandaşlığını 1985 yılında aldık. Yaklaşık 10 sene Suriye kimliği ile okuduk. Rahmetli Turgut Özal’dan Allah razı olsun, kimliklerimizi bize verdi.

Siz ve kardeşleriniz nerede doğdunuz?

Ben ve kız kardeşim Şam’da doğduk. Kız kardeşim 1973 doğumlu Nilhan Sultan. Bir de erkek kardeşim var. İsmi Kayıhan. Kendisi İstanbul’da doğan ilk şehzadedir.

Hanedan üyeleri neden yeni yeni gündeme geliyor?

2009 yılında bir cenazemiz olmuştu. Cenazemiz değil Türkiye’de dünyada bir ses getirdi. Hanedan hayatta diye. İnsanlar bizi merak ediyor, bazı kesimler hala yalı ya da sarayda oturduğumuzu düşünüyordu... Bazıları ise bu aile bitti sanıyordu. Artık kendimizi tanıtalım istedik. Şuanda bizi seven ayrı bir yere koyuyor, sevmeyen başka bir yere koyuyor. Bu hükümetin tarihine daha saygılı, Osmanlı’ya daha bağlı olması ile bize birtakım söylemler geliyor; “hanedan mı geliyor?” gibi. Bizim böyle bir düşüncemiz ya da talebimiz olmadı. Kendimizi tanıtmak adına programları arayıp “gelelim” demiyoruz ama bu bir hikmettir. Bir şekilde bize ulaşıyorlar. Cenazenin ardından bir televizyon programına katıldım. Gördüm ki, insanlar gerçekten Hanedan ne yapıyor diye merak ediyor.

Eğitim olarak ne eğitimi aldınız?

İlkokulu Suriye’de okudum, sonra Türkiye’ye geldim. Türkiye’de maddi bir gelirimiz olmadığı için üniversiteyi bırakıp ticarete atılmak zorunda kaldım. Dış ticaretle ilgilendim, çeşitli şirketler açtım kapattım. Çalışmaya devam. Allah’a şükür kimseye muhtaç olmadık.

Sultan Abdülhamit Han’ın sürgün dönemi ile ilgili bilmediklerimiz nelerdir?

Selanik’e sürgün edildiğinde kendisine padişah değil esir muamelesi yapılmış. Mektup yazmasın diye kendisine kâğıt kalem bile verilmesi yasaklanmış. Bunu yapan “ittihat terakki” dedemin türbesinden bile korktu. Dedemin o dönemde bilinmeyen bir anısı var. Bir yerden kalem kâğıt bulup mektup yazması. Bu mektubun içeriği şu; “Dik durduğum için, Filistin’i satmadığım için tahttan indirildim, hakkımı helal etmiyorum.” Kendisi tahttan indirildiğinde “Sultan dinden çıktı, kitabı yaktı” dediler. Dini kullandılar çünkü yarın öbür gün tekrar tahta çıkamasın istediler.

Dedenizin anlatılanlardan aklınızda kalan kişisel özelliklerinden bahseder misiniz?

Dedemin çok sevecen ve tutumlu olduğu söylenirdi. Devletin bütçesini ilk kendi ailesinden sıkmaya başlarmış. Dolmabahçe’nin masrafı çok oluyor diye Yıldız Sarayına taşınmış. Sarayı değiştirince eleman azaltıyor. Hariciye, dâhiliye ve maliye olarak devletin birimlerini 3’e bölüyor. Bu 3 bölümü tamamen kendisine bağlıyor. Kuş uçsa haberi oluyor.

Sultanın ledün ilmine sahip olduğu söyleniyor. Siz neler söylemek istersiniz?

Şazeli, Kadiri, Rufâi tarikatına gönülden bağlı olduğu biliniyor. Kızı vefat ettiğinde “nasıl durabildiniz, kızınız gözünüzün önünde yandı” dendiğinde “ben Rufâi olduğumdan dolayı hissetmedim” diyor. Dedem diye söylemiyorum ama büyük bir sultandı. Evliyalık mertebesine ulaşmış diye düşünüyorum.

“Osmanlı’yı Abdülhamit’in merhameti yıktı” deniyor. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Dedem bu durumu takdir-i ilahi gözüyle görmüş. Şeyhlerinden biri kendisine tahtta kalacağı gün, ay, yılı söylemişti. Kızları diyor ki; “biz babamıza neden kabullendin” diye sorduğumuzda “vademi doldurdum” dedi.

O dönemde medyanın yaklaşımı nasıldı?

Dedem hakkında çizilen resimler vardı. Özellikle Türk medyasında. Tabi bunlar Fransız medyasıyla ortaklaşa çiziliyordu. Kanlı Sultan diyorlardı. Dedemin sakalından kan akarken çizilen karikatürler var. Bu çok üzücü bir durum.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Sultan Abdülhamit’e benzetiyorlar. Onu örnek alıyor olabilir mi?

Bugünkü hükümetin gerçekleştirdiği projeler dedemin yapmak istediği fakat yapamadığı projelerdir. Bizi çok gururlandırdı bunların yapılması. Cumhurbaşkanımızın başlattığı “Büyük Türkiye” hamlesi için Allah ondan razı olsun. Ne yazık ki Cumhurbaşkanımız bu hamlelerle düşmanlık kazandı. Dış devletler baktılar ki artık zayıf, güçsüz Türkiye yok. Ülkemize zarar vermeye, her ülkenin kucağına oturan PKK’yı desteklemeye başladılar. Eğer bir gün PKK’yı bitirirlerse, Alevilik-Sünnilik çatışması çıkaracaklar. Bu istediklerini onlara verene kadar böyle sürecek. İstenilen ise Doğunun Ermenilere verilmesidir. Kürtler sadece araç olarak kullanılıyor. Recep Tayyip Erdoğan ülkenin başına gelmiş en çalışkan Cumhurbaşkanı. Kendisini eleştirirken daha edepli olunması gerektiğini düşünüyorum.

Bir Hanedan üyesi olarak başkanlık sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben siyasetten anlayan bir birey değilim ama bununla ilgili düşüncemi 15 sene önce söylemiştim. Koalisyonlarla Türkiye idare edilemez. Bazı ülkücü arkadaşlarımla sohbet ettiğimizde “Bu ülkenin başına bir komutan gelmesi gerekir” derlerdi. Komutan denildiğinde, “askeri düzen ve çizmeden hala kurtulamadınız mı?” derdim. Onların komutan diye sıfatlandırdığı aslında bir lidermiş. Tarihimize baktığımızda iki padişahın bir ülkeyi yönettiği görülmemiştir. Başkanlık sistemi Türkiye’ye yakışır. Sistemi kurarken İsveç kanunlarıyla değil, Osmanlı kanunlarıyla yola çıkalım. Bu demek değil ki şeriatı uygulayalım.

Siyasette olmayı düşünüyor musunuz?

Asla böyle bir talebimiz ya da isteğimiz yok. Biz meclise girip orada laf işitecek bir aile değiliz. Osmanlı’ya çok hoşgörülü diyorlar ama biz ceddimize gelen lafı kabullenip, hoşgörülü olamayız. Ben efendice dururken birilerinin dedeme ettiği küfürlere boyun eğemem. Bu yüzden siyaset bize göre değil.

Ülkenin içerisinde olan gelişmeler sizi nasıl etkiliyor?

Ahmet Davutoğlu’nun istifası bizi çok üzdü. Bana göre gelmiş, geçmiş en dürüst başbakanlardan bir tanesiydi. Kısmet oldu bir gün bizi evinde misafir etti. Bütün aile Davutoğlu’nun konuğu olduk. Uzun uzun sohbet etme imkânı buldum. O zamanlar kendisi dış işler bakanıydı.

Manevi hatıralara değinmek istiyoruz. Sultan’dan size kalan eşyalar var mı?

Dedemden bize kalan sadece tespih ve cep mendili var. Zaten kalan eşyaları “yıldız yağmasında” yok oldu. Kitaplarla çok ilgili bir sultandı.

Size kalan bir kitabı olmadı mı?

Maalesef kalmadı. Dedemin bir özelliği vardı, kendisi kitap okumayı hiç sevmezdi fakat dinler her şeyi aklına yazardı. Kendisinin okuduğu sadece Kuran ve dini kitaplardı. Geriye kalan polisiye romanları ve diğerlerini okuturdu. Hatta kitap dinleyeceği zaman ayaklarını uzatıp, hafif yatağına yaslanıp, hanımlarına ya da güzel sesli birine okuturdu. Dinleyerek uyurdu. Ertesi gün hanımlarından bir tanesi demiş ki: “Sultanım beni boşuna çağırttın, okuttun ama ben okurken uyudun. Ben sana hürmet olsun diye kalkmadım, okumaya devam ettim, kitabı bitirdim. Bana bugün yine aynı kitabı oku diyeceksin.” Dedem hanımının yüzüne bakmış ve kitapta en son okuduğu cümleyi tekrarlamış.

Katıldığınız panellerde tarihimizi nasıl aktarıyorsunuz?

Genelde çok eski tarihe girmiyoruz. Çok derine inince ve birde torun olunca insanlar yanlış anlayabiliyor. Dedemin eserlerini anlatıyoruz, yapmış olduğu restorasyonlardan bahsediyoruz. Kurmuş olduğu medreseler, vakıflar, saatler, çeşmeler var. Şam’da bir üniversite var orayı dedem kendisi yaptırmış. Kâbe’nin etrafında yaptırdığı restorasyonda çalışanlara haber göndermiş. Çivi çakarken ses çıkmaması için bir formül üretin diye. Şam’da bir dağ var 1.5 saatte çıkılıyor, biz hanımla gittik ve nefes nefes kaldık. Oraya gittiğimde dedemin ismini ve tuğrasını gördüm. Düşündüm ki, “biz bu yolu bu şekilde çıktık, o zamanlar insanlar nasıl çıktı, nasıl orada çalıştı?”

Kutsal topraklardaki tren raylarına keçe döşettiği söyleniyor. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Evet, ses çıkmaması için bunu yapıyor. Orada çalışan herkese abdestsiz iş yapmamaları konusunda emir veriyor. Medine’ de ve etrafında çalışan herkesin her zaman abdestli olması konusunda talimatları var. Bir gün yaverini çağırıyor ve diyor ki: “Hemen Medine’ye telgraf çek. Keçeleri döşerken çiviyi çakarken bile ses yapmasınlar.” Yaver neden diye sorduğunda ise “Peygamber Efendimizin olduğu topraklarda gürültü yapmak bize düşmez.” diyor.

Sultan Abdülhamit Han için “rom içerdi” denildi. Sizin söylemek istedikleriniz nelerdir?

Bu konuya çok fazla girmek istemiyorum. Şöyle diyorum; mantık olarak abdestsiz yere basmayan bir insan nasıl alkol içebilir? Sultan asla ağzına bir damla alkol almamıştır fakat dedemin göğsünde bir hastalık vardı ve doktorlar tarafından verilen bir ilaçta rom olduğu söyleniyor. Öksürük ilaçları günümüzde biraz değişti ama bundan 30 sene önce bile alkol barındırıyordu içerisinde. Dedemin yaptığı bir alkol alma meselesi değil.

Abdülhamit Han’ın yatağının başında teyemmüm taşı bulundurduğu söyleniyor. Sebebi nedir?

Dedem tuvalete bile giderken yataktan kalkınca o taşa basıp abdestini tazeleyip öyle gidermiş. O taş bildiğimiz topraktan tuğla taştır. Bu bilgi Ayşe Sultan kitabında da yer alıyor. Hanedan üyeleri yurtdışında ki kültürle doğdu ve büyüdüler.

Başörtü ya da diğer geleneklerle ilgili eleştiriliyor musunuz?

Kızlarım için çok eleştiri alıyoruz fakat sadece başlarını kapatmıyorlar. Geriye kalan giyimlerinde çok dikkatli davranıyorlar. Ben başörtüsü konusunda baskı yapmıyorum fakat namaz için baskı uyguladığım oluyor hatta küçük kızlarıma ceza verdiğim dönemler var.


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.