'Kapının gerek edebiyatta gerek sanatta, felsefede hatta sembol olarak da ciddi bir karşılığı var.' diyen Lekesiz, 'Doğduğumuzda önümüze kapılar açılır ölürüz kapılar kapanır, iki kapı arasında geçen ömrümüz yüzümüze açılıp kapanan kapıların bir toplamıdır. Her kapı hayat serüvenimizde bir öykü her kapı gönül dünyamızdan bir şiir değeri kazanır böylece. Kapıların arkalarında önlerinde rastladığımız, bulduğumuz, tanıdığımız, keşfettiğimiz hallerden ve yüzlerden beslenerek çoğalır, yayılır her bir imge. Gülümseyen bir anne, ekmek parası isteyen bir yoksul, sevinçli bir haber getiren bir aşina yüz, acının telgrafını getiren bir postacı hep kapıyla beraber gelir. Erişilmezdir çocukluğumuzun kapıları. Ömrümüzün diğer evrelerinde erişemediğimiz kapıların bizde meydana getirdiği kırgınlık çocukluğumuzdan bir yansımadır. Çocukluğumuzun kapıları bir duvardır. Başkaları açarsa var açmazsa yoktur. Yarı aralık bırakılmaları evi tanımamıza bir imkan, küçük sıvışmalarımıza bir vesile kaçıp, kaybolup kendini aramaya, dolayısıyla kıymetlenmeye bir sebeptir... Ergenliğimizin kapıları hep bir umuttur, yeniliktir yeni bir safhasıdır ömrümüzün. Evlenmek, dünya evine girmek çoğalmak, işler kurmak hep kapıyla ifade edilen şeylerdir. Hayatın hiç sona ermeyecekmiş gibi algılandığı bu evrede kapılar dikkatlerimizin odaklandığı esas yerlerdir. ' diye konuştu.
“KAPILARIN ARDINDA NEYİ BIRAKTIK?”
Lekesiz kapıların hayatımızdaki şiirsel karşılığını şu ifadelerle özetledi:
'Açılan kaç kapıda genişleyecek gönüllerimiz kapanan kaç kapıda daralacaktır? Hangi kapılarda verecek rızkımızı kudretin görünmeyen eli? Hangi kapılardaki bebek ağıtları çoğalacak, hangi kapıların sessizliğinde yitireceğiz nesillerimizi? İhtiyarlığımızın kapıları ise daima bir bekleyiştir. Kapılarla başlayıp kapılarla biten uzun bir hayat öyküsünü kurduktan sonra ebediyete açılacak nihai kapının yanı başında bir bekleyiştir. İnsan kapadığı ve açtığı, araladığı tüm kapıların öyküsünü anlatacak olsa yaşamının tümünü anlatmış olur. Kapılar nereye kime açılır? İnsanların dünyasına mı yoksa yalnızlık dünyasına mı?
Bizimle var oldukları, bize açılıp kapandıkları halde kişisel tarihimizi aşıp yaratılış gününden hesap gününe kadar uzanır kapılar. Sadece eşikleriyle bile insanlık serüvenini simgeleyecek düşsel bir zenginlik ifade ederler. Yaradılışın eşiğinde, dünyanın eşiğinde, cezalandırmanın eşiğinde, affın eşiğinde, kul olmanın eşiğinde, geleceğin eşiğinde olmak bunların sonrasında kapıları açmanın, zorlamanın kaçınılmaz şartıdır.'
'Kilitleriyle gizlerini katmerlendirir kapılar. Eşiği yansıtır, anahtarı kutsar. Kapının dışa ve içe kilitlenerek kapanışından ukdeler doğar meraklar ürer. Neyi orada unuttum neyi aşikar kıldım, ne vardı kapıların ardında ne bırakıldı dışarıda? ' diyen Lekesiz, tam da bu düşünceden hareketle Kudüs'ü ve eski şehri kapılarıyla konuştuğuna dikkat çekti.
MESCİD-İ AKSA'YI BEKLEMEK
Beytü'l Makdis'i de kapılarından yola çıkarak anlatan Ömer Lekesiz, 'Kapıların en önemli simgesel karşılıklarından biri beklemektir. Kapı demek aynı zamanda beklemeye dair olan her şey demektir.' diyerek İlhan Bardakçı'nın 1972 yılında kaleme aldığı Beytü'l Makdis'deki bir kapı bekleme hikayesini hatırlattı. Osmanlı'nın Kudüs'ten çekilirken bıraktığı artçı bölükten Hasan Onbaşı'nın son nefesine kadar Kudüs'teki bekleyişini anlatan Lekesiz, bu tarifsiz vatan ve mukaddesat sevgisinden söz ederken gözyaşlarını tutamadı.
Kudüs'ü kuşatan surların dokuz tane kapısı olduğunu ve bunların haricinde Beytü'l Makdis olarak adlandırılan 140 dönümlük arazinin de yine kendine mahsus kapıları bulunduğunu anlatan Ömer Lekesiz, kendi çektiği fotoğraflar eşliğinde Bab el-Halil, Bab el-Davud, Babü'n Nebi, Bab el-Mağribi, Bab el-Rahmeh, Bab el-Asvad, Babü's Sahira, Bab el-Amud, Bab el-Cedid kapılarının bulunduğu mevkileri, bu kapıların özelliğini anlattı. Lekesiz, Mescid-i Aksa'daki kubbeli yapıların tarihçelerini ve hikâyelerini de dinleyenlerle paylaştı.