Tarih: 01.01.0001 00:00 36228

Kapıcılıktan patronluğa..

Apartman görevliliğinden, Nişantaşı' nın göbeğindeki bu lüks rezidansın müteahhitliğine uzanan ilginç bir öykü...

Kapıcılıktan patronluğa..
 İşte yine gerçek bir yaşam öyküsü.. Erzincan'ın 5o kişilik Dikmen köyünden, beş parasız başlayan yaşam yolculuğu, beş kuruş sermaye olmadan, nasıl milyon dolarlık lüks dairelerin müteahhitliğine dönüştü?

Bu sefer zaman zaman duygulanacağınız, bazen tebessümle okuyacağınız bir başarı öyküsünü sizlerle paylaşacağım.

Ben bu röportajdan, yaşamda korkularla bir yere gidilemeyeceğini ve ısrarla inandığın şeylerin peşinden gitmekle, tüm hayallerin gerçek olduğu sonucuna vardım.

Bakalım sizler neler yakalayacaksınız.....

Ebru Eğinlioğlu
 

KAPICILIKTAN PATRONLUĞA

Davut bey ben bir süredir hazırladığım röportajlarda, popüler magazin figürlerinden uzakta gerçek yaşam öyküleriyle ilgileniyorum, araştırmalarım sonucunda da size ulaştım. Yaptığınız en son inşaatta, akıllı ev sistemleriyle donatılmış, ultra lüx dairelerden oluşan ve son derece astronomik fiyatlı daireler olduğunu gördüm. Yaşam öykünüz ise daha da enteresan, apartman görevliliğinden, Nişantaşı'nın göbeğindeki bu lüks rezidansın müteahhitliğine kadar gelmişsiniz. Yaşam öykünüzü anlattıracağım ama önce şu meşhur inşaattan başlayalım.

Evet efendim. Son derece iddialı bir projeye imza attık. Nişantaşı' nda ki binalardan çok farklı bir bina inşaa ettik. Eskinin Palas'larına benzer görüntüde ama içi en son teknik imkanlarla, yabancı malzemelerle donatılmış bir yer oldu. Mesela tatile gittiniz, evinizdeki pek çok şeyi, cep telefonunuzu yönlendirerek idare ediyorsunuz. İstemeyiz ama Allah korusun evinize hırsız girdi, bunu telefonunuza gelen mesajla öğrenebiliyor, polis merkezi ile koordineli olabiliyorsunuz. En önemli sorun park yeri sorunu, her daireye yaklaşık 5 araçlık park yeri düşüyor. Buna da asansöre aracınızla binerek, otoparkınıza giriyor, oradan da dairenize çıkıyorsunuz. Gerçekten çok yeni ve kaliteli malzemeler ve mimarlarla çalışılmış bir proje oldu.

1.20101205011847.jpg

Yabancı mimarlarla çalıştınız mı?

Hayır ama yabancı malzemeler kullandık. İbrahim Yıldırım projeyi çizdi. Dizilerden teklifler geliyor, yoldan geçen araçlar fotograflarını çekiyor.

Fiyatları ne kadar bu akıllı dairelerin?

1 milyon dolardan başlıyor, 1,5 milyon dolara kadar çıkıyor.

Daha önce kaç inşaat vardı?

Ağırlıklı olarak Nişantaşı, Osmanbey, Teşvikiye bölgesinde inşaatlar yaptım. Çünkü bu bölge çok değerli bir bölge. 3o-35 bina olmuştur herhalde....

Peki ilk yaptığınız binalarla, en son yaptığınız arasındaki farkları gözlemliyor musunuz?

Tabii ki bakın o yönümü çok beğenirim. En son inşaatlarda hazır beton kullanıyoruz, bunlar bilgisayarlar yardımıyla hazırlanıyor, yani karılacak miktarlar belli. Eskiden nasıl oluyordu, denizden kumlar çekiliyor, kafaya göre karıştırılıyor, içinde deniz kabukları falan konuluyordu, herkes yapıyordu böyle. Sonra deprem olayından sonra özellikle biz bu konuya çok özen gösterdik. Çünkü insan hayatı ve güvenliği bizim için en birinci konu Ebru hanım....

Peki sizi okuyan genç arkadaşlar bir ders çıkarsınlar kendi paylarına diye; 0 noktasından bu hale nasıl geldiniz?

Evet anlatayım mı, çok uzun bir hikaye ama?

Yok siz anlatın, ben toparlarım.

Peki efendim....Şimdi ben Erzincan' ın İliş kazasının, Dikmen adlı köyündenim. 50 hanelik bir köydü burası. Burada kendini zengin zanneden 3-4 kişi, geri kalan insanlara toplanır, onlara her istediklerini yaptırırlardı. Benim babam da, o köyün en yoksullarındandı. O zamanlar, birileri İstanbul' a gidip döndüğünde, ertesi gün evlerinin camına gider bakardık. Ne aldı acaba, ne giydi getirdi oradan diye. Böyle bir fakirlik. Bu insanlar, yani diğerlerinin üzerinde hükümranlık kuranlar, önce köylülere talimat verirler, sonra siyaset konuşurlar, sonra da, hiç kimseye fikrini sormaz, adam yerine koymaz, çeker giderlerdi. Bunlar benim çocuk halimde çok ağrıma giderdi.

1.2.20101205011847.jpg

Peki babanıza demezmiydiniz?

Baba ben bunlardan rahatsızım, niye adam yerine konulmuyoruz diye?

Desem de, babam bunları anlayacak birisi değildi ki, o kaderine razı oturan bir insandı, benim niye rahatsız olduğumu anlamazdı bile, ben bunları hep içime attım. Ama kafamda da bir fikir oluştu, ben zengin olmalıydım ve siyasetle de uğraşmalıydım. İnsanlar bu şekilde, birbirlerinin fikrine önem veriyordu çünki.

Sonra?

Sonra karar verdim, İstanbul' a gitmeli ve para kazanmalıydım. Köyde istediğim hayata kavuşamazdım. İlkokulu bitirdikten sonra, köyümüzün afedersiniz köyümüzün sığırlarını otlattım ve her sığır başına 350 teneke buğday kazandım, bir kısmını kullandık, dağıttık, sattık ve oradan gelenparayla,  ailem beni trene bindirdi. Laleli' de ki akrabalarımızın yanına gönderdi. Onlar kapıcılık yapıyorlardı.  Cebimde 5 kuruş para yok. Yanlarına gittim. Teşvikiye' de bir bakkal dükkanı işletiyorlardı. Ben de ablamın yanında kapıcılık yapmaya başladım. Beni çağırıyorlar, git ekmek al, işte et al gel falan sonra da bana bahşiş veriyorlar. Hoşuma gitmeye başladı.

Kazandığınız bahşişleri biriktiriyormuydunuz?

Tabii, köydeki kardeşlerime mont falan almıştım o harçlıklarla. Sonra Ebru hanım' cım ben böyle 1,5 ay kadar Çarşıkapı' da bir marangozhanede çalıştım ve Çarşıkapı, Laleli arasında hiç bir yeri bilmiyorum, daha doğrusu, kaybolmaktan korkuyorum. Bu arada ablamlardan bir Teşvikiye ismi duyuyorum ama yerini bilmiyorum. Derken bir gün marangozhaneden döndüm ki, ablamlar taşınmışlar, kapı duvar, oturdum ağlamaya başladım merdivenlerde.

Size haber vermemişler mi?

Yok.

Ne yaptınız peki?

Apartmanda bir Alman hanım oturur, bana alışveriş yaptıkça, fazla fazla bahşiş verirdi, en yüksek bahşişi de o verirdi. Yine çağırdı beni, alışveriş yaptırdı, sildim göz yaşlarımı, siparişini aldım, bahşişimi kapıp, doğru otobüse, sora sora Teşvikiye' deki bakkal dükkanına gittim.

1.2.3.20101205011847.jpg

Peki bizi nasıl buldun falan demediler mi?

Yok beni otobüsden, sonradan öğrendiğime göre Maçka' da indirmişler. Ben de Maçka ve Valikonağı arasındaki cadde de gidip gidip geliyorum niye?

Niye ?

Ara sokaklara girersem kaybolurum diye. En sonunda yoruldum cadde üstündeki bir bakkala eniştemin ismini söyledim, o da biliyormuş, beni oraya yolladı. Öyle buldum. Sonra girdim içeri, kimse bana bir şey söylemedi, bir açıklama yapmadılar bile. Yani var mıyım, yok muyum hiç önemsemediler.

Allah Allah.....

Evet maalesef. Beni o bakkal dükkanının deposunda yatırdılar, yukarıda da yani dükkan da çalıştırdılar. Annem rica etmişti, bu çocuk okumadı, hiç olmazsa bir sanat öğrensin diye, o hayaller de suya düştü. Ben 3- 3,5 yıl kadar o şekilde durmaksızın bakkal çıraklığı yaptım. Ayrılırken de, bize sen borçlusun dediler, gerekçe de, köyüne çay, şeker yolladık, sana pantolon aldık v.s gibi sebepler ileri sürdüler.

Bir de borçlu çıktınız yani.

Aynen öyle oldu.

Ağrınıza gitmedi mi?

Gitmez olur mu, hem de nasıl.....Paylaşacak kimsem yok, hepsi içimde birikti. Sonra askere gitme zamanım geldi. Bir çavuş lafı gidiyor, çok önemli bir mertebe gibi algılıyorum. Sonra bizim köyden, diğer arkadaşlarla bizi dağıtıma koydular, herkes şuraya buraya, bana Antalya çıktı.

1.2.3.4.20101205011847.jpg

Şans dönmeye başlamış.

Evet biraz kıpırdanmaya başladı. Benim aklımda çavuş olma fikri var fakat lise mezunları çavuş oluyor, o şansımı kaybetmişim. Üzülüyorum, illa ki ben de olmak istiyorum. Bir gün içtima da, komutanıma tekmilimi verdim, yüksek sesle cevabımı verdim, beni diğer askerlerin içinden ayırdı. Bir arkadaşımı daha, o da Hukuk Fakültesi mezunuymuş, bana da sordu, ben de lise dedim ikimizi ayırdı odasına çağırdı. Sizi talimgaha yolluyorum dedi. 15 kişiyiz hepsi, yüksek öğrenim görmüş, ben dövünüyorum, ne yapacağım ben şimdi bunların arasında, ne halt ettim böyle diye. Kimse çalışmıyor çavuşluk için, ben deli gibi çalışıyorum. Sınava girdik, başarılı olanlar çavuş diploması alacak. 15 kişiden 4 kişi sınavı geçti, biri de bendim. Bir mutluyum, bir mutluyum, benim için çok önemli bir şey. Fakat beni aldı mı bir vicdan azabı, komutanıma söylemek istiyorum. Zaman kolluyorum, komutan bana kızmasın diye. Baktım bir gün eşi yanına gelmiş, çok keyifli, fırsat bu fırsat deyip koştum. Komutanım dedim, müsaade ederseniz, size bir itirafta bulunmak istiyorum dedim. Neymiş o dedi; Efendim ben size lise mezunuyum diye çavuş olabilmek adına yalan söylemiştim dedim. Peki dedi, sınavı kazandın mı? Kazandım. Üniversite mezunları kazanamadı değil mi? Evet efendim. Eh demek ki, hak etmişsin hadi git bakalım görevinin başına ama bir gün şu çavuşluk merakını bir ara anlat bakalım dedi ve beni gönderdi. Köyüme gittiğimde de, çavuş üniformamı üstümden çıkarmadım, gurula taşıdım.

Tekrar İstanbul' a döndünüz, o zamanlarda kimleri örnek aldınız?

İbrahim Polat' ı örnek aldım, o da benim gibi kapıcılıktan gelmedir. Halen de görüşürüm kendisiyle.

Peki yabancılardan hayran olduğunuz kimseler var mıydı?

Yoktu çünki bilmiyordum.

Peki şimdi Donald Trump' ı biliyor musunuz?

Evet biliyorum.

Hikayenin en önemli kısmı, sıfır sermaye ile iş yeri nasıl açılır?

Evet döndüm İstanbul' a, kimsenin yanında çalışmayı hayal etmiyorum, kendi adıma ticaret yapmak istiyorum. Ağabeyim eczacı çırağı, diyor ki bana bir dükkan var, orası iş yapamıyor, orayı alalım kozmetik dükkanı açalım diyor. Orası da bakkal dükkanı, benim bildiğim tek iş bu, dükkan 3 kez iflas etmiş, ben orayı devir alacağım, cebimde, ağabeyimden aldığım 100 lira para var, başkada yok. Gittim yeri inceledim, etraf kalabalık, bir sürü daire var, burada iş yapmamak imkansız fakat bakkalın sahibi yerinden kıpırdamıyor. Kaç ekmek satıyorsun dedim; cevaplayamadı. Dükkanda malzeme yok, raflar bomboş. 70.000 lira devir parası istedi. Ben de 100 lira var. Aldım bir A4 kağıdı, durumumu anlatan bir liste yaptım, memleketlilerimden küçük paralar topladım, borç olarak istediği tarihleri de yazdırdım, parayı topladım.

Banka kredisi almadınız?

Kim verir bize kredi.....

Peki mallar?

Onları da çıraklığımdan tanıdığım toptancıya gittim, senet yaparak, sattıkça size malların parasını ödeyeceğim dedim. Kırmadılar beni, gönderdiler. Malları doldurdum, tıka basa dükkana, sabaha kadar yerleştirdim. 12 Eylül' de bile dükkanım açıktı, sabah 5,30 akşam 12 ye kadar çalıştım. Öyle bir tempoda. Çocukla çocuk, iş adamıyla iş adamı, öğretmenle öğretmenin hoşuna gidecek muhabbet kurdum, müşterileri yakaladım. Kısa sürede satışlarım arttı. Her gelen müşteriden hayata dair pek çok şey öğrendim, insanları tanıdım. 6 ay sonra tüm borçlarım kapandı, bir kamyonet aldım. Evim yok, kapıcı dairesinde oturuyorum. Derken çıraklık yaptığım eniştemin dükkanı satılığa çıktı, bana satmak istiyorlar. 700.000 istiyorlar. Ben yeni kamyonet almışım, onu ödüyorum, kamyoneti sattım, üstünü de tamamladım. 2. dükkanı da satın aldım. Onun yeri daha da güzel çok iş yapan bir yer. Artık toptancıları tanıyorum, bana güveniyorlar, konsinye mal getiriyorlar. İşlerim biraz daha kolaylaşmaya başladı. Etrafımdaki insanlar, annem, ailem aman açılma bu kadar, sonra ödeyemezsin diye başımın etini yiyorlar. Ben yine bildiğimi okuyorum.

1.2.3.4.5.20101205011847.jpg

Bu arada köylüler ne diyor sizin bu ticari atılımlara?

Vallahi düğün, derneklere yazları gidiliyor, o zaman da köylüler, bizim çocuklara, sizin arabanız yok diyor, onlar da biraz boynu bükük kalıyor. Ben hemen karar verdim, araba alınacak. Hemen gittim galeriye, Renault o zaman sene 1983 o arabalar iyi sayılıyor. Ehliyetim bile yok. Markaları bile bilmiyorum, görsel olarak beğeneceğim. Pazarlık yaptım, fiyatı düşürdüm, ayda 100.000 taksitle aldım.

Kapıcılık devam mı?

Yok bu sefer apartman dairesi kiraladık. Döküntü bir ev. Derken bir müşterimin, karşımda bir dairesi var, boş duruyor, soruyorum, kimse oturmuyor, kapıcısı da bizim oralı. Ben alayım istemiyor kıskançlık var. Aradım müşterime telefonu ben burayı alacağım dedim. Toptancılara çek verdim, nakitleri müşterime verdim, daireyi aldım.

Yine banka kredisi kullanmadınız.

Yok yine kredi yok. Bu sefer inşaatçılık yapmak istiyorum ama yeterli sermayem yok. Bir müşterim geldi dükkanıma, dükkanlardaki işlerim de iyi. Dedi ki, benim Atiye sokakta bir evim var, onu satmak istiyorum, sen gelde bir bak bakalım ne yapılabilir, satsak mı, kiraya mı versek diye benden akıl alıyor. Ben de dedim ki, sat kurtul. Daire 2 milyon eder, yok 2,5 milyon isterim dedi. Yok dedim, 1er milyonluk çek vereceğim, peşinatı da al, ben alıyorum dedim. Süresi gelmeden çeklerin 5,5 milyona satılığa çıkardım. Satamazsam, arabam var, onu satar öderim diyehesap yapıyorum. Derken, kimse ilk ay almadı, arabamı sattım ilk çeki ödedim. Bu sefer 6,5 milyondan satılığa çıkardım. Geldi mi diğer çekin de zamanı. İyice strese girdim, derken son gün bir doktor geldi, beğendi ve aldı 6,5 milyona....

Şans işte. Ne kadar çok kar etmişsiniz.

Evet sonra da müteahhitliğe başladım, sonra da bu grafik yükselerek devam etti.....

Gerçekten müthiş hikaye...

Evet benim başarı hikayem de işte böyle oldu.

Davut bey gerçekten müthiş hikaye, ben şu sonucu çıkartıyorum. Biraz cesaret, biraz zeka, biraz itici güç yani zor bir geçmiş hayat ve kısmet, bir araya geldiğinde böyle bir sonuç çıkmış. Bundan sonra neyi hayal ediyorsunuz?

Ben geçtiğimiz yıllarda, yani Fatma Girik döneminde, İl meclis üyeliği de yaptım. Süleyman Demirel' den, Semra Özal' a kadar pek çok insanla tanışıklığım görüşmelerim oldu. Siyasetin için de de yer aldım ancak ticaret hayatım ön plandaydı. Şimdi den sonra da, milletvekilliği yapıp, insanlara hizmete devam etmek istiyorum.

Siz bence onu da yaparsınız, hayal etmeniz yeterli.

Evet ben her akşam üstü oturur, işimle ve hayatımla ilgili hayaller kurarım.

Secret isimli kitaptan haberiniz var mı?

Yok hayır.....

Ama doğal olarak kitapta anlatılanları yapmışsınız zaten.

Belki de, ben hırsın, azmin ve inancın elinden hiç bir şeyin kurtulamayacağına inananlardanım.

Yolunuz açık olsun o zaman çok teşekkürler...... 


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.