29.12.2023 16:35:00

Mustafa KAPLAN

 

BAĞDAT..!

Abülkadir Geylani ;Şeyh San'an'ın içine düştüğü bu kötü duruma bir çözüm bulmak için Bağdat'ta bulunan tüm  seçkin alimleri dergahına davet edip ,tek tek onların görüşlerine baş vurdu.

Çıkan sonuca göre, Bağdattaki kalan üç yüz altmış müridi Erzurum'a gönderilecek, hepsi şehrin yakınlarında bir yerde koşullanıp,içlerinde yanlız  birkaçı şehre gidip, Domuz Çiftliği'nin yakınlarında zikir yapacaklar. Zikir seslerini duyan Şeyh San'an, içine girdiği bu gaflet uykusundan uyanıp,  müritlere katılarak, sonunda kaybettiği Hak yolu bulacaktır... 

 Şayet  Şeyh San'an için tehlikeli bir durum vuku  bulursa, içlerinde biri gidip, diğer müritleri haberdar edecektir, O vakit  herkes koşulandıkları yerden hareket edip,şehre girecek, canları pahasına şeyhlerini geri getirmek için mücadele edeceklerdir... 

 Toplantı geç saatlere kadar sürdü... 

Herkes kalkıp tam evlerine gitmek için  hazırlandığı sırada, dış kapıdan gelen tok bir sesle irkillip,dışarıdan koşuşmalara  benzer gürültüler duyup kulak kabartılar... 

Geylani, Abdullah'a gidip dışarıya bakmasını istediğinde Abdullah çoktan fırlamıştı bile... 

Az sonra  ucunda kağıt takıllı olan bir oku getirip, Şeyh Abülkadir Geylani'ye uzattı . " Bu ok , kapıya saplanmıştı Şeyhim" dedi. "muhakkak Haşhaşilerin işidir . Belli ki bize bir mesaj göndermek istemişler! "

Abdülkadir Geylani, ok'un  ucundaki kağıdı alıp okuduktan sonra, oradakilere " Şeyh San'an'ın dinini değiştirip, Hristiyan olduğu, bir papazın çiftliğinde domuzlara çobanlık yaptığı yazılı"dedi. "Belli ki bu haberi kendilerine propaganda  malzemesi yapacaklar." Sonra yumruğunu sıkıp, sözlerine şöyle devam etti. " İstedikleri kadar uğraşsınlar, bu din-i mübine asla zarar veremiyecekler. Herkesin bu günlerde çok dikkatli olması gerekiyor. Şüpheli bir durum veya tanımadığınız veya şüpheli bulduğunuz kimseler olursa  derhal gelip bana bildirin" deyip herkesi teyakkuz halinde olmaya davet etti...

ERZURUM

Şeyh San'an, çiftlikteki işini bitirip, daha önceden verilen  emri yerine getirmek için Kiliseye doğru yola koyuldu... 

Papaz ona, çiftlikteki işini bitirince gidip kiliseyi temizlemesini istemişti. 

 Yürürken geçtiği Müslüman mahallerinden birinde, onu gören bir kaç kişi, kendi aralarında , "bakın hele..! Bu o değil mi,hani müslümanken Hristiyan olan şu Bağdatlı, şeyh miş, neymiş... Bir başkası"Sade o kadar da olsa iyi,Papazın domuzlarına çobanlık yaptığı bile söyleniyor...Bir diğeri:  " Dediklerine göre Bağdatta çok namlı biriymiş. Bir çok ta müridi varmış... Allah kimseyi şaşırtmasın böyle rezil rüsva olur işte... 

Onları dinleyen bir başka adamda,sokakta oynayan çocuklara seslenip:" Bu paraları alın"Şeyh San'an'ı işaret ederek "gördüğünüz bu adamı taşlayın" dedi... 

Atılan taşlardan yüzü gözü kan revan içinde kalan Şeyh San'an, kurtulmak için çareyi oradan kaçmakta buldu.O  kaçarken,çocuklar da peşinden koşuyorlardı... 

Bir iki sokak geçtikten sonra, en nihayet çocukların takibinden kurtulduğuna iyice Kanaat getirip, kilisenin yolunu tuttu...

Kiliseden çıkınca  duyduğu hasret acısı aklını başından almıştı San'an'ın. İçinde bulunduğu o halet-i ruhiye onu doğruca kızın konağına getirdi... 

Geldiğini pencereden gören kız, yukarıdan seslenip ,çiftlikte ,işlerin başında olması gerektiğini hatırlatıp, bir güzel çıkıştı... 

Şeyh San'an "duyduğu bu sözler karşısında kıza şöyle seslendi:

"Seyr-i cemaline talip olduğum 

Ruhsat varmı varsam barigahına

Ateş-i hicrinle  yanıp solduğum 

Kıl insaf garibin bunca ahına

Muhibban bezmine etsem icabet 

Kabul buyur şahım sende necabet

Olur ya payıma düşse hicabet

Yerinmem, hizmetse ulu cahına

 İlmine payan yok sohbettin baldır

Bundan faydalandır, bir paye aldır

Kerem et gönlümden zulmeti kaldır

Kavuştur fakiri şavk-ı mah'ına"

Bu sözlerle teskin olan Humar Hatun, ona yukarı gelmesini, birlikte öğlen yemeğini yemeyi teklif etti. Nedense, ona karşı içinden bir acıma hissi duymuştu. 

Bu daveti bir lütuf olarak telakki eden Şeyh San'an, merdivenleri alel acele çıkıp, kızın odasına girdi. 

Masada, tabaklara konulmuş birbirinden nefis yemeklerle birlikte, birde domuz etti  bulunuyordu. Humar Hatun güleryüzle, "buyurun " dedi. Sofraya iki bardak şarap'ta koymayı ihmal etmedi. Domuz etini gösterip, "çok nefistir, yemek istemez misin? " Diye sordu. San'an, hatırı kırılmasın diye önüne sürülen tabaktan bir parça domuz etini koparıp, ağzına almak üzere iken, birden nereden geldiğini bilemediği gayıptan bir ses"sakın yeme.! " dedi. San'an  üç defa tekrarlayıp, eti her ağzına  götürdüğünde yine aynı ses, ona  "sakın !" diye sesleniyordu. 

 Onun domuz etini yemek için tereddüt ettiğini gören Humar Hatun, neden yemediğini sorunca, San'an "Bugünlerde pek iştahım yok. Hele et hiç yiyemiyorum. " diyerek nazikçe kızın teklifini reddetti.

Sofrada kızın  doldurduğu   şarap'tan kadeh kadeh içen Şeyh San'an, nihayet sarhoş olup kendinden geçiverdi... 

Epey zaman sonra gözlerini açtığında,kendini yine çiftlikte,domuzların arasında gördü. Yüzü gözü toz toprak içinde, çok müşkül bir durumdaydı.O an  içinin derinliklerinde kopup gelen , aşinası da olduğu bir kaç söz hatırına gelip,o sözleri tekrar etmeye çalıştı. Ancak aklında kalan bir iki cümleyi zar zor söyleyebildi. Şöyle ki:

" Lekad halaknel'insane fiy ahseni takviymin

5- Sümme redednahü esfele safiliyne" Yani,    Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına çevirdik. Ne kadar kendini zorladıysada sözlerin devamını getiremedi...


TÜM YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.