Uluslararası platformda, güç ve iktidar mücadeleleri tarih boyunca sürdürülmüştür. 18 ve 19. Yüzyıllarda “güç dengesi” siyaseti; jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı Balkanlar, Anadolu, Orta Doğu, Kırım, Kafkaslar, Kuzey Afrika, Akdeniz’in ve Kardeniz’in belli kısımlarındaki Osmanlı – Türk İmparotorluğu’nun topraklarına taşınmıştır.
Bu gün bahsettiğimiz toprakların bir kısmı üzerine kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti üzerinde bu “güç dengesi” siyaseti, ufak tefek değişiklikler gösterse de olduğu gibi sürmektedir.
Bu sebeple bu gün ülkemizde meydana gelen ve izahını yapmakta zorlandığımız olayların, neredeyse tamamı “Emperyalizmin Türk Politikası”nın yani Batılıların açık veya gizli sürdürdükleri faaliyetlerinin, politik yansımasıdır.
Bir defa Batı’nın ve onun yerli işbirlikçilerinin hedeflerinin iyi bilinmesi lazımdır. “Küresel Dünya Güçleri”nin ortak hedefi; nerede bir Türk varsa onu ufalayıp yok etmektir. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değildir. Bu uzun bir tarihsel süreci olan, büyük bir politikadır. Yani yüzyıllardır uygulama alanı bulmuştur ve halende bulmaktadır.
Bu politikanın birinci safhası, Hristiyan topraklarının Türkler tarafından fethedilmesini durdurmaktır. İkinci safha ise, Türkleri Avrupa’dan atmak ve keşf ettikleri Türklere ait enerji havzalarına el koymaktır. Bunların hepsi olmuştur. Serv Antlaşması ise diğer bir safhadır. Bu antlaşma ile Türkiye küçük küçük devletçiklere bölünmek ve manda yönetimine sokulmak istenmiştir. Günümüzde tartışılan yerel özerklik, federasyon, konfederasyon gibi... ve bunlara yönelik bir adım olarak atıldığı söylenilen yeni “Büyük Şehir Yasası”!..
Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve Batılıların deyimi ile “Türk Milliyetçileri” bu gidişata çomak sokarak, bir “Milli Mücadele” vermiş ve Türk Milleti, bu vahim durumdan kurtarılmıştır. Atatürk düşmanlığının ve Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına alma heyezanının altında yatan baş neden budur. Çünkü Atatürk; gidişatı görmüş, müdahale etmiş ve yol göstermiştir. Bu da “Emperyalizmin Türk Politikası” için büyük bir tehtidtir.
Bu gün ülkemizde ırk, dil, lehçe, din, mezhep, coğrafi bölge farklılıklarının gündeme getirilmesinin “Emperyalizmin Türk Politikası” ile doğrudan ilgisi vardır. Bu politikanın başarılı olması için her türlü argüman kullanılmaktadır. Örneğin; “Türkçe Olimpiyatları” denilen organizasyonun finalinde televizyon ekranlarına özellikle yansıtılan “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılı ve “Atatürk” imzalı tişört giymiş çocuklar ve Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılması sureti ile katledilmiş insanlarımızın anılmasında, Türk Milleti ve Atatürk’ün kurduğu Türk Devletine düşman olanların “katil devlet hesap verecek” sloganları arasında Atatürk’lü Türk Bayraklarının sallanması gibi! Hepsi yani Türk Bayraklarının ve Atatürk’ün buralarda kullanılması, Türk Milletinin aklını karıştırmak için bilerek yapılmış işlerdir. Ve emperyalizmin, Türk politikasının oyunlarıdır...
Diyarbakır’da geçtiğimiz günlerde toplanan konferansta sarf edilen “Kuzey Kürdistan” sözüne ve PKK’nın basına yansıyan tehtidlerine, halen Başbakan R.T. Erdoğan’dan bir cevap gelmedi. RTE; üstte verdiğim örnekler gibi balkonlara hala Türk bayrağı, olmadı Üç Hilalli MHP bayraklarını astırmakla meşgul. Görüyorsunuz değil mi? Üç ayrı cephe ama kullanılan Türklük, Türk Bayrağı, Türk Tarihi...
Halbuki “Kuzey Kürdistan” meselesi yeni değil. Emperyalizmin Türk Politikası, bu “Kuzey Kürdistan”ı da yıllar öncesinden içeriyor. Mesela eski ABD Büyükelçisi Pearson “Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunun Kuzey Irak’la tek bir ekonomik bölge haline getirilmesini...” çok önceleri söylemişti. Günümüzün ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’de Van gezisinde, Türkiye’nin çöz(ülme)üm sürecine % 100 destek verdiklerini ve Van’ın “Ermeni ve Amerikalılar içinde çok özel, çok önemli ve tarihi bir yer” olduğunu vurgulaması da, bu politikanın dışa vurumundan başka bir şey değildir. Yine Barzani’ye ait internet sitesinde daha da ileri gidilmiş “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin işgalci olduğu...” kaydedilmiştir. Şimdi başta Erzurumlulara, Türk Milletine, “bir daha bir daha” anlayışı ile hareket edenlere kaç gündür “Erzurum Kuzey Kürdistan’da mı?” diye soruyorum.
Ve cevap alamıyorum! Niye, çünkü düşünemiyorlar. Din diye yutturulan ama İslam’la uzaktan yakından ilgisi olmayan bir uyuşturucu anlayışın etkisi altına girmiş olan kitleler, hiç bir şeyin farkında değil. Eğer Rus’un ve Ermeni’nin zulmüne şahit olan Erzurumlular, kendilerinin dün Ermenistan’a dahil edildikleri gibi bugünde Kuzey Kürdistan’a dahil olduklarını bilseler, bu bile yani sadece Erzurumluların “Emperyalizmin Türk Politikası”nın uygulayıcısı olan yerli işbirlikçileri alaşağı etmesine yeterde artar... Ne bileyim, belki bunları biliyoruz da, söylemek, haykırmak işimize gelmiyor. Ama tarih okumak lazım. Tarih, bizim gibi davrananların ve tuzakların farkına varamayanların başına neler geldiğini yazıyor. Allah korusun...