Ebubekir DEMİR
Tarih: 03.10.2017 17:35
İNSANLIKTA GİDİŞAT NEREYE DOĞRU..?
İNSANLİKTA GİDİSAT NEREYE DOGRU..?
İnsan ve insanlık son zamanlarda öyle bir hale geldi yada getirildi ki; artık insanlar birbirlerini arayıp, sormak için bir nedene gereksinim duyuyorlar. Devir adeta nedensiz iletişim zamanı olmuş. Oysa insan yaratılış fıtratı gereği sosyal bir varlıktır ve bu özelliğinden dolayı da nedensiz iletişim, etkileşim kurmaya programlı olarak, bu temel insani ihtiyaç ile yaratılmıştır. İşte bu temel insani ihtiyaç çerçevesinde yaratılan insanın artık en yakınlarını ve en sevdiklerini hatta aile bağları olanları bile bir nedene gereksinim olmadan iletişim ve etkileşim kurmak istememesi, insanı bu hali ile adeta genetiği değiştirilmiş (gdo)lu gıdalara benzemektedir. Genetiği değiştirilmiş gıda benzeri insanlar aynı zamanda yaratılış ile de tezat içindeler.
Bu halleri ile insanlar albümlerde biriktirilen fotoğraflardan farksızdırlar. İnsanca yaşamak için neye ihtiyacımız var acaba?
Uzmanlaşmak mı,birbirimizden tamamen vazgeçmek mi,yoksa medeni bir anlayış çerçevesinde her şeyi konuşarak ve birbirimize katlanarak saygı içinde dinlemek mi? Belki bunların hepsi, belki de duruma göre hiç biridir. Ancak şu kesindir ki;insanın artık en temel ihtiyacı olan iletişimi bile bir nedene bağlaması gibi artık insanın nerede ise insanlıktan adeta çıktığı bir hale gelmesinde veya getirilmesinde insanlığı ve dünyayı onarılması güç olan bir çatlağa dönüşmesine sebep olmuştur.
Tatminsizlik ve teknolojinin insanın hayatını artık elinden alacak düzeyde insanın hayatını bir örümcek ağı gibi sarması ve bunların sonucunda oluşan bireyler arasındaki iletişimin bitmesi, insanı sadece var olan ancak yaşamayan bir varlık türü haline getirmiştir. Birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratılmış erkek ve kadın türleri arasındaki iletişim ve ilişkide bu tatminsizlikten gerektiği gibi nasibini almıştır. Her şeyde olduğu gibi bu iki cins arasındaki bozulma ve tatminsizliğinde has-bel kadar yarattığı etki ile bir araya gelen çiftler artık huzur ve mutluluğu birbirlerine yetebilmekte yada birbirlerini tamamlamaktan daha çok farklı çıkarlara dayalı olarak ilişkilerini kurmaları aile müessesesinin temellerini de yıkan bir durumu beraberinde getirmiştir.
Bu durum korkunç bir hastalık haline gelmiştir. Ve an be an da artık bir vebaya dönüşmeye devam etmektedir. Bu dünyanın yörüngesinde insan türünün kendi sonunu hazırlayarak ölüme an be an daha hızlı yaklaşması ile de devam etmektedir. Ve hayatın artık tüm kıstas ve ölçütleri maddiyat üzerine kurulurken,insan ilişkileri de bu çıkar ve menfaatler çerçevesinde oluşmaktadır. Ve maddi durumda iyi olanlar duyguları ve duyusallığı adeta kaldırmış gibi davranarak insana en has özelliklerden biri olan yanılmayı bile kabul edemeyecek kadar nefsinin esiri olmuşlardır. Ve yanılırlarsa bu sahip oldukları zenginliğe sahip olamayacakları gibi insanlıktan ve gerçekten uzak bir ön yargı ile beslenmektedirler.
Oysa yaratılış itibari ile insan en gerçek anlamı ile beşerdi. Ve beşer de, şaşar,kayar, düşer gibi özellikler taşıyordu. Önemli olan beşer olma münasebetiyle insanın şaşıp,kayıp,düşmesi değil,şaştığı,kaydığı,düştüğü yerden bir daha kulluk bilinci içinde olarak doğrulması ve ayağa kalkması gerekliliğidir. Ancak her şeyin temelini çıkarlar üzerine kurgulayan sistemlerin insanlık hayatında hüküm sürmesi ve insanlığında kendini buna kaptırması ile bu insana has özellikleri insan nerede ise ret edecek kadar kendi gerçeğinden uzaklaşmıştır. Bir bakıma insanın kendi icat ettiği teknoloji ve teknolojinin ürünlerine yenik düşmesi insanda inanç ve kendi gerçeğine uzaklaşmayı da beraberinde az yada çok getirmiştir.
Kendi ürettiğinin kusursuz olduğunu düşünerek buna inanan insan çok ziyandadır. Çünkü teknolojinin her anlam, bakım ve işlevsellik bakımından bilgisayara bağlanması,bilgisayarın dünyanın uçlarını birleştirecek kadar dünyayı birbirine yakın kılması bakımından onu kusursuz görüyor. Oysa bilgisayar da virüs kapınca hasta olmakta,yavaşlamakta hatta bazen bulaştığı virüsün şiddetine göre ölmektedir. Ama bunu görmek,kabul etmek istemez,kendini beğenmişliğinden ötürü.
Buna bağlı olarak insanda eksiktir ve kendini bulması, gerçeğine vakıf olup,özünü bulması ve özüne dönmesi mertebeler aşması ve iyi bir kul olması ile ancak bu eksikliğini tamamlar. Bu aşamaları kulluk bilinci içinde yerine getiren insan böylece kamil olabilmektedir. Yani olgunlaşmaktadır. Demek ki,insan olma hali formunun çiğ halidir. İnsanın adam olması hali ise pişmiş halidir. Adamlık dişilik yada erkeklik cinsiyetine göre değildir. Bir karakter ve kişilik halidir. Yani pişmişliğin halidir. Herkesten hızlı büyüyenler kendi özünü en erken bulanlardır. Bu durum yaşla alakalı değil,aksine kendini bulma hali ile ve yaşamışlıklarla alakalıdır.
Farkına varma durumu ve hali ile alakalıdır. Ancak bazı dalkavuklar yüzünden bazıları bulundukları mevki,makam yada herkesin hayatını yaşamanın ölçütü olarak merkeze aldığı sahip olduğu mal varlığından dolayı,övülmesi,methedilmesi,bu tür insanların yaş bakımından ömürlerini bitirseler bile kendi özlerini bulma ve gerçeğe dönme,uyanma gibi bir imkan ve şansları olmayarak en basit anlamı ile çiğ olarak kalırlar.
İnsanın özünü erken bulması ve kendi gerçeğine dönmesi, kendini beğenmişlik ve kibirden uzak tutarak,kendini bunlardan arındırıp,özü itibari ile donatıldığı sevgi dahilinde her şeye değer vermesi,anlam yüklenmesi ve ona güzel bakması ile mümkün olur. Sevmenin en kuvvetli hali insanda aşka dönüşür. Bu aşıklığın aslı insanın kendini yaratana asıl sevgiliye ulaşabilme aşkı olan ilahi aşka bir yol olmasıdır. Bazıları bunun farkına varır ve gerçeği bulurlar. Yani kendi var oluş ve yaratılış gerçeklerini görerek özlerine dönerler. Bunlar gözünde artık bu hali yaşamaktan gayrısı gereksizdir.
Ve bunu bulanlar,tadına varanlar artık gözlerini dünyanın ve dünyalık olan her şeyden el çekerler. Çoğu aklı başında insan evlerinde aileleriyle zaman geçirirken,bazı zavallılar çelik ve camdan bir gökdelenin bilmem kaçıncı katında yaşayarak,dünyaya hüküm ettiklerinden de öte,kendileriyle yaşadıkları dünyayı kıyas ederken,dünyayı kendilerine göre o kadar küçük düşünürler ki,adeta dünyayı ellerinde tuttuklarını sanırlar. Ve herkes gibi ölüp gideceklerini bildikleri halde,bu büyülenmişlik ve kendini her şeyin sahibi olarak her şeyden büyük görmeleri,gözlerini gerçekleri görmeye karşı kör etmektir.
Başarının aldatıcı görünümüyle körleşmiş halde hala dur,durak bilmeden ve niye yaşadıklarını dahi anlayamadan sadece maddi anlamda kazanmanın hırsı ve sahip olmayı amaç edinerek yaşamaya devam ederler. Bu şekilde boşa akıp giden zamanın içinde,her geçen an ile beraber biraz daha derinlere dalarlar ki,artık kendilerini neredeyse gömmüş gibi olurlar. Bu durumları itibariyle bir tür ölümü daha ölmeden yaşarlar. Hem de büyüklüklerine karşı ölümün bile onları eksiltmeyeceği düşüncesine,inancına ve yaşam tarzına sahip olmalarına rağmen yaşayan ölülerden saymak herhalde en tanımlayıcı tanım olur bu türler için. Herhangi bir insanın hayatı boyunca isteyebileceği her türlü mal varlığına sahip oldukları halde mutlu değiller ve sürekli bir arayış içindeler.
Aradıklarını bulamadıkları duygusal, fiziksel ve ruhsal her açıdan görmek mümkündür. Bu her şeye sahip oldukları halde sürekli bir arayış içinde olmaları hali ile içinde kayboldukları derin ve karanlık sır her neyse kendini bulamadığının acı ve üzüntüsü bellidir. Bu halleri onları susturmuştur. Kalabalık dünyaya rağmen yapayalnızdırlar. İş hayatından uzak kalmayı, çevresinden uzak kalmayı,hatta o kadar dayanılmaz bir arayış hali içinde ve girdabında kaybolur ki,yaşadığı ailesinden de ayrılır. Hatta elinden gelse kendinden bile kaçacak. Ama nereye giderse gitsin kendi gerçeği ile yüzleşmesi ona daha çekilmez olur.
Ve yalnızlığı daha da artar. Bu insanların sonunda gideceği yer maneviyatın hayat tarzları üzerinde daha etkin olduğu 3. Sınıf bir dünya ülkesine seyahate gidip,ihtiyaç duyduğu cevapsız sorularına cevabı bulmayı tercih eder. İhtiyaç duyduğu sorulara cevap bulmayı tercih ettiği maddiyattan uzak,hatta maddi kazanımın tesirinin olduğu her şeyden uzak bir hayatı tercih eder ki,sadece aradığını bulmak için. Aslında kişinin aradığı ve bulmaya çalıştığı en zor şey kendini bulmaktır.
Kainatın içinde taşıdığı belki de en büyük sır insanın kendini bulmaya çalışmasıdır. Bunu başaramamış bir insan neye sahip olursa olsun,aslında hiçbir şeye sahip değildir. Çünkü en başta kendisini tanımıyor,bilmiyor,her şeyden önce kendine yabancıdır. Kendine yabancı biri de hiçbir şeyi gerçek manası ile tanıyamaz.
Yaşlı,yorgun ve canlılığını her anlamda yitiren bu arayış içindeki bir insanın kendini bulmasından bazen kısa aylar geçmesine rağmen daha genç,diri ve canlı hale gelebilir. Hayatın gerçek sırrı önce kişinin kendini bulmasıdır. Yaşam iksiri dedikleri gençlik çeşmesinden büyülü bir ilaç içmiş gibi bir hal alır. Bu sıra dışı değişim ve dönüşümün tek sebebi ve açıklaması kendini bulmaktır. Günümüz sanayi ve tekniği ile gelişen hızlı yaşam zaman geçtikçe insanı tüketir. Vücudunun çökmesine,gelişen teknoloji hayal etmesini ve zekasının parıltısını yitirmesine sebep olur.
İşte böylesi bir 3. Sınıf dünya ülkesine yapılan seyahatten ziyade insanın kendini bulmuş olması adına,kişinin kendi benliğine yaptığı seyahattir. Ve en zor,en uzak ancak en anlamlı seyahat budur. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bir kişi kendini bularak yaşadığı bir hayatta çok yıpranmaz,yaşlanmaz. Canlı,zinde ve enerjik kalır. Albert camus’un dediği gibi;’’Geleceğe yönelik gerçek cömertlik şu an mevcut olan her şeyden vazgeçmeyi içerir. İşte kendini bulmanın yolu da bundan geçer.’’ Dediği gibidir.
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —