KILIÇ MESELESİNE SON YORUMUM!
Teğmenlerin Kılıçları var ama,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin yegane sınıfı tabi ki teğmenler değil!
Kılıçları olmayan,
Astsubaylar var,
Uzman çavuşlar var,
Çavuş Onbaşı Erbaşlar sınıfı var!
Ne yemin merasimlerinde ne bir başka etkinliklerde onların en küçük bir sesleri ve nefeslerinin çıktığını bu millet görmemiştir!
Bu, onların Kılıçlarının olmadığından değil!
Kuran, Kitap, Bayrak ve silah üzerine yeminlerini içerler o kadar!
Bu vatan için en çokta onlar ölürler!
Mesele Kılıç değil!
Mesele Güç denemesi!
Ülkemiz Başkanlık sistemine geçene kadar Güç, perde arkasında T.S.K nın elinde idi, ikide bir demokrasiye ayar verilirdi!
Millet; Başbakanın, bakanların, belki dedelerinin adını bilmezdi ama mutlaka Genelkurmay başkanının adını bilirdi!
Perde önünde, alabildiğine demokrasi, çağdaşlık, laiklik vurgusu yaparak basını da emirber nefer yaparak millete göz açtırılmıyordu!
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren cumhurbaşkanlarının hepsi bu yüzden Kılıçlı idiler!
Batının dizaynı böyleydi!
Kılıçsız Cumhurbaşkanı dönemi Rahmetli Özal ile başladı ve devam ediyor!
Rahmetli de bunun bedelini ödemiştir!
Harp okulu mezunu her teğmen kendini ülkenin Cumhurbaşkanı görme hakkına sahip bir psikoloji içinde yetiştiriliyordu!
Kılıçlı ların bu yüzden eskiye özlemleri hep sürecektir!
En ufak bir zayıflıkta bu fırsatı değerlendirmek istemeleri normaldi!
Atatürkün partisinin varlığı ise onların dayanakları ve demokrasi kamuflajlarıydı!
Bunlar, Demokrasinin adını istiyorlar, fiili uygulamasını istemiyorlardı, bundan rahatsız oluyorlardı! On yılda bir darbeler bunun dışavurumuydu!
Ülke yönetimine aday bir partinin genel başkanının ( Özeli kastediyorum), ihraç edilecek olan teğmenler için; Biz iktidara gelince onları tekrar görevlerine döndüreceğiz demesi boşuna ve tesadüfi denilmiş bir cümle değildi!
Oysa Disiplinsizlik yaparak paralel bir yemini, inadına basını da davet ederek içmişler ve kılıçlarını da sallamışlar, bir nevi meydan okumacıkta! bulunmuşlardır.
Biz kör müyüz gördük işte! Yok efendim Mustafa kemal'in askerleriyiz dedikleri için ihraç edilmişler miş!
İnsafınız kurusun!
Gözlerimize ve kulaklarımıza mı inanalım size mi!
Dillerinde pelesenk olmuş Mustafa Kemalin Askerleriyiz sloganı rastgele seçilmiş bir slogan değildi!
Geçmişte Rektörlerin Anıtkabire yürürlerken bu sloganı atmaları ve Ordu göreve dövizleri taşımaları bu ilim yuvalarının işleri mi olmalıydı! Üniversiteler bile onlara çalışıyordu! Sivilleşme hiç birinin DNA sında yoktu!
Batının dizaynı böyleydi!
Halbuki bırakın da kışla içindekiler Mustafa Kemalin askerleri olsunlar, Mete Han'ın askerleri olsunlar, Yavuz'un askerleri olsunlar, onlar söylesinler! Kışlada hepimiz söyleyelim! Çünkü asker olmak kışlanın tabiatıdır! Hiç sivilin tabiatı olur mu!
Kışlanın dışında koca bir hayat, koca bir dünya var!
Siviller var!
Halk var!
Demokrasi var!
Haklar var!
Çözülmesi gereken dertler var!
Sen sivil olsana.
Sivil söylemler söylesene!
Sivil söylemler geliştirsene!
Bırak askerliği, askerler yapsın!
Tusaş yapsın!
Demokrat San, sivilsen! Senin asker olmak neyine! Askeri söylemler neyine!
Demek oluyor ki mesele hukuk, demokrasi, insan hakları, özgürlük, bağımsızlık değil!
Dizaynı ayakta tutmak!
Halkı ve hakkı ayakta tutmak değil!
Sancı bu!