LA MEVCUDE İLLA HU
(Allah'tan başka mevcut yoktur)
Varlık dedikleri ne bir cismandır,
Ne de bir surette görünen candır.
Ben sandığım şey gölgeden ibâr,
Hakîkat bir tek: O’dur hep var olan!
Görünür cümle âlem ayrı ayrı,
Kimi taşta, kimi yıldızda parıltı.
Fakat birdir mazhar olan nûra,
Ne bakarsan bak, O’dur zuhûr eden!
Dünya bir hayâldir, gece düşü gibi,
Ne ararsan kendinde ara sevgili.
Ne doğu, ne batı, ne yokuş, ne iniş—
Hepsi O'ndan, O'na, O'ndur gidiş!
Sen dediğin bir perdedir ‘Ben’ olan,
‘Ben’ dediğin yoklukta sır gizleyen.
Yoklukla varlık, aynada cilve,
Ayna kırılır, görünen sır kalır!
Nice yüz görürsün, her birinde O,
Derviş bakar, dağda da denizde de O.
Ne varlığa sevin, ne yokluğa yan,
Bir tecellîdir bu, adım adım can.
Ben yandım bu aşkın ateşinde bir ömür,
Ser verdim, sır verdim, geçtim bin ömür.
Kalbime bir nakş oldu yârın adı,
Her nefeste "Lâ mevcûde illâ Hû!"
1. Kıta:
> Varlık dedikleri ne bir cismandır,
Ne de bir surette görünen candır.
Ben sandığım şey gölgeden ibâr,
Hakîkat bir tek: O’dur hep var olan!
Şerh:
“Varlık” denilince, insanların çoğu maddî bir cismi, dokunulabilir bir nesneyi veya yaşayan bir organizmayı düşünür. Fakat tasavvufa göre hakikî varlık bunlar değildir.
Cisim de, suret de geçicidir; zahirîdir, var gibi görünen ama hakikatte zıll (gölge) mesabesindedir.
“Ben” dediğimiz şey, yani nefsimiz, şahsiyetimiz, benliğimiz bile zâhirde vardır, hakikatte ise yoklukla kayıtlıdır.
"El-Hakk" olan Allah’tır; O’nun dışındaki her şey zâhirde var, bâtında yoktur.
Bu kıtada vahdet-i vücûd düşüncesi açıkça ortaya konmuş: Gerçek varlık yalnızca Allah’a aittir. Diğer her şey, O’nun tecellîsidir.
---
2. Kıta:
> Görünür cümle âlem ayrı ayrı,
Kimi taşta, kimi yıldızda parıltı.
Fakat birdir mazhar olan nûra,
Ne bakarsan bak, O’dur zuhûr eden!
Şerh:
Âlemde çokluk (kesret) vardır: Dağ, taş, yıldız, çiçek, insan... Her biri ayrı varlık gibi görünür.
Ancak bu çokluk içinde tecellî eden bir tek nur vardır: Allah’ın varlık nurudur.
Bütün varlıklar, “mazhar”dır yani Allah’ın sıfatlarının yansıdığı aynalardır.
Kimi Allah’ın celâlini taşır (dağ, fırtına), kimi cemâlini (çiçek, sevgi).
Bu kıtada “Her şeyde O’nun tecellîsi vardır” ilkesi vurgulanıyor.
“Ne bakarsan bak, O’dur zuhûr eden!” cümlesi, ibn Arabî’nin “Varlıkta sadece Allah vardır” anlayışıyla örtüşür.
---
3. Kıta:
> Dünya bir hayâldir, gece düşü gibi,
Ne ararsan kendinde ara sevgili.
Ne doğu, ne batı, ne yokuş, ne iniş—
Hepsi O'ndan, O'na, O'ndur gidiş!
Şerh:
Dünya, rüya gibidir. Hakikatte yoktur ama zâhirde var gibi görünür.
Tasavvuf bu durumu “‘alem-i hayal” ya da “misal âlemi” diye açıklar.
Gerçek bilgi dışta değil, içtedir. Aradığın sevgili, kendi özündedir.
“Kendinde ara sevgili” dizesi, insanın kalbindeki ilâhî sırra işaret eder.
Mekânî yönler (doğu-batı, çıkış-iniş) hakikatte anlamını yitirir çünkü her şey Allah’tandır, Allah’a döner ve Allah’tadır.
Bu, Kur’an’daki şu ayeti hatırlatır:
> “İnna lillâhi ve inna ileyhi râciûn” – Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz.
---
4. Kıta:
> Sen dediğin bir perdedir ‘Ben’ olan,
‘Ben’ dediğin yoklukta sır gizleyen.
Yoklukla varlık, aynada cilve,
Ayna kırılır, görünen sır kalır!
Şerh:
“Sen” ve “Ben” ayrımı aslında nefsin bir oyunudur.
“Ben” dediğin şey, nefsin sahte iddiasıdır; var gibi görünür ama aslında yoklukla örülüdür.
Varlık ve yokluk, aynada yansıyan cilvelerdir. Ayna (kâinat) kırıldığında, aynadaki görüntüler de yok olur ama aynaya yansıyan asıl (Hakikat) bâki kalır.
Bu da “fena” ve “bekâ” kavramlarını çağrıştırır:
> Fena fillah: Kişinin benliğini yok edip Allah’ta erimesi
Bekâ billah: Allah’la birlikte ebedî bir hakikate ulaşması
5. Kıta:
> Nice yüz görürsün, her birinde O,
Derviş bakar, dağda da denizde de O.
Ne varlığa sevin, ne yokluğa yan,
Bir tecellîdir bu, adım adım can.
Şerh:
Yüzler değişir, simalar farklıdır; ama tecellî eden aynı Zât’tır: Allah.
Gerçek derviş, eşyanın ardındaki birliği görür.
Dervişin bakışı “basiret”tir: Görmekten öte “görülene vakıf olmak.”
Varlık da, yokluk da bir sınavdır; ikisine de bağlanma, ikisi de tecellîdir.
Bu anlayış, insanın duygusal iniş çıkışlarından sıyrılıp rıza makamına ulaşmasını öğütler.
6. Kıta:
> Ben yandım bu aşkın ateşinde bir ömür,
Ser verdim, sır verdim, geçtim bin ömür.
Kalbime bir nakş oldu yârın adı,
Her nefeste "Lâ mevcûde illâ Hû!"
Şerh:
Bu kıta, hakikate eren bir âşığın seyr ü sülûk yolculuğunu anlatır.
“Yandım” derken mecaz değil, aşk-ı ilâhîyle kavrulma hâli anlatılır.
“Ser verdim, sır verdim”: Yolun sonunda, nefsin başı kesilir, kalpteki ilâhî sır ifşa olur.
“Geçtim bin ömür”: Zaman ve benlik boyutu aşıldı; artık fânî yok, bâkî var.
Kalbe nakş olan yârın adı Allah’tır.
Son dize:
> “Lâ mevcûde illâ Hû” = O'ndan başka mevcut yoktur!
Bu, vahdet-i vücûd anlayışının özüdür.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.