MİRAÇ’A AÇILAN KAPI KUDÜS…
Barındırdığı dini değerler açısından üç semavi din tarafından kutsal sayılan ve son din olan bizim dinimiz İslam’ın ilk kıblesi Kudüs’ün tarihi M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzanmaktadır. Kutsallığın başkenti olan özellikle de biz Müslümanlar için ikinci mescidimiz ve üçüncü haremimiz konumundaki Kudüs Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. Davut ve Hz. Süleyman (a.s.) başta olmak üzere birçok peygamberin ayak izini taşıyan Filistin topraklarında yer almaktadır. Kudüs, İsra ve Miraç hadisesinin gerçekleştiği kutsal beldedir. Kudüs’te yer alan Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı, Kubbet-Us-Sahra ve Zeytin Dağı gibi dini öneme sahip yerler buranın değerini ve kutsiyetini arttırmaktadır. Tarih boyunca iki kez yok olma noktasına gelen şehir Akdeniz ve Ölüdeniz (Lut Gölü) kuzey sınırı arasında yer almaktadır.
M.Ö. 11. yüzyılın sonlarında kurulan İsrailoğullarının ilk kral ve komutanı Talut’tan sonra devletin başına geçen Hz. Davut’un (a.s.) burayı alarak başkent yapmış olması ve Mescid-i Aksa’nın temelini atması Yahudiler açısından anlamlıdır. Aslında hak din olarak Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberler ve onların dinlerinin temeli İslam dini ile aynıdır. İsimleri farklı olsa da bütün semavi dinler Allah tarafından insanlığa hidayet olarak gönderilmiş ve her dini topluma anlatan bir rehber bir uyarıcı olarak Peygamberler gelmiştir. İşte Hz. Davut’ta (a.s) bu peygamberlerden biridir. Kudüs’ün hak din üzere olduğu ilk dönem Hz. Davut’a (a.s.) kadar uzanmaktadır. 313 askeri ile Eski Ahd-i Atik’te ismi Golyat olarak geçen Kur’an-ı Kerim’de Calût olarak anlatılan kişiyi mağlup edip öldürmesiyle bu topraklar o günkü inanmış insanların eline geçmiş oldu. Hz. Davut’un (a.s.) ölmesiyle de oğlu Hz. Süleyman (a.s.) yarım kalan Mescid-i Aksa’nın inşaatını tamamlamıştır.
Yaklaşık 3.000 yıl önce Hak dine inananların eline geçen Kudüs, M.Ö 63 yılında Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetine girmiştir. Roma İmparatoru Konstantin’in M.S. 310 yılında Hristiyanlığı kabul etmesiyle devletinin dininin de Hristiyanlık olduğunu açıklamıştır. Bundan sonra da M.S. 335 yılında Kudüs’te Kıyame isimli kiliseyi inşa ettirmiştir. M.S. 571 yılında Arabistan topraklarında dünyaya teşrif eden Hz. Muhammed’e (s.a.v) İslam dini gelmeye başlayınca artık Allah indinde son ve tek din İslam olmuştur. O dönemlerde Kudüs hakimiyeti Romalıların elinde idi. Hz. Davut’tan (a.s.) sonra Hz. İsa’nın (a.s.) Kudüs’te doğmuş ve yaşamıştır. Hz. İsa’dan (a.s) sonra da bizim Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v.) İsra ve Miraç olayı ile Kudüs’e ayak basmış ve artık Kudüs’ün bir İslam beldesi olacağının işaretini vermiştir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından sonra Müslümanların başına halife olarak geçen Hz. Ebubekir’in (r.a.) akabinde halifeliği devralan Hz. Ömer (r.a.) zamanında Kudüs Müslümanların gündeminde olmuş ve şehri barış yoluyla fethetmiştir. Hz. Ömer (r.a.) Kudüs’ü fethettiğinde şehrin anahtarlarını eline alıp halka, güven ve huzur içerisinde dinlerini yaşayabileceklerine dair eman vermiştir. Hz. Ömer (r.a.) döneminde Kudüs yeniden hak dine inanan Müslümanların hakimiyetine girmiş oldu.
Müslümanların yönetimde Kudüs tam anlamıyla altın çağını yaşamıştır. Emevi ve Abbasi dönemlerinde kentte Altın Kubbe (Kubbetü’s-Sahra) başta olmak üzere dünyanın en güzel mimari şaheserleri yapılmıştır. Bu tarihten itibaren şehrin ismi de bugün kullanıldığı şekliyle Kudüs veya Beytü’l-Makdis olarak değiştirilmiştir. Bundan sonra ardı ardına el değiştirmiş olsa da hep farklı İslam devletlerinin kontrolünde kalan Kudüs, 1099 yılındaki haçlı işgali ile büyük bir trajedi yaşamıştır. Kentin haçlıların kontrolüne geçmesi ile 70.000’den fazla Kudüslü katledilmiş, Kubbetü’s-Sahra kiliseye dönüştürülmüş, Aksa Camii’nin bir bölümü haçlı askerleri için ahır haline getirilmiştir.
İşte o tarihlerden itibaren kanayan yara olmaya başlayan Kudüs’e ilk neşteri Tikrit’te dünyaya gelen güzelliği ile Hz. Yusuf’a benzediği için Yusuf ismi verilen dinin kurtarıcısı olması için de Selahaddin adı verilen Selahaddin Eyyubi vurmuş ve Kudüs’ü yeniden İslam beldesi kılmıştır. Yeri gelmiş iken Selahaddin Eyyubi’ye Kudüs aşkı aşılayan meşhur marangoz hikayesini hatırlayalım.
Zamanın birinde Bağdat’ta bir marangoz yaşarmış. Bu marangoz, hayatının son zamanlarında bir minber yaptırmış. Çok güzel, sedef kakmalı, ceviz ağacından, adeta bir sanat eseri. Kim görse, bu minbere hayran kalırmış. Marangozun yaptığı bu minber zamanla dilden dile yayılmış. Gören herkes minbere talip oluyor ve marangoza, ‘Şu minberi bize sat, falanca camiye götürelim’ şeklinde tekliflerde bulunuyormuş. Marangoz bu tekliflerin hiçbirisini dikkate almıyor ve herkese şu cevabı veriyormuş: ‘Hayır. Olmaz ben minberi satmıyorum.’
Marangoz, minberi Mescid-i Aksa için yaptığını söylüyor, ‘Bu minber Mescid-i Aksa'da duracak’ diyormuş. Bu cevaba ahali haliyle şaşırıyormuş çünkü o zamanlar Kudüs, Haçlı işgali altındaymış. Halk, ‘İyi de Kudüs, Haçlı işgali altında’ diye karşılık veriyormuş. İnsanların bu tepkisine marangoz yine değişmeyen cevabını veriyormuş: ‘Benim elimden gelen bu. Ben zanaatkârım, minber yontarım. Bir babayiğit de çıksın Kudüs'ü alsın. Bu minberi yerine oturtsun.’ Minberin güzelliği ve marangozun verdiği cevaplar her yerde anlatılmaya başlanmış.
Minberin bu hikâyesini dinleyen herkes minberin güzelliğine kapılırken yedi sekiz yaşlarında Bağdat sokaklarında oyun oynayan bir çocuk ise marangozun sözlerine dikkat kesilmişti. Marangozun bu sözleri karşısında etkilenen bu çocuk hepimizin de bildiği Yusuf yani Selahaddin Eyyubi’den başkası değildi.
Selahaddin Eyyubi 1187 yılında haçlı kuvvetlerini Hıttin Muharebesi’nde mağlup ederek Kudüs’ü yeniden Müslüman toprağı haline getirmiş ve meşhur minberi de Mescid-i Aksa’ya yerleştirmiştir. Daha sonra 200 yılı aşkın bir süre Memluk Devleti yönetiminde kalan Kudüs, 1516 yılında Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlıların eline geçmiş ve 1917 yılına kadar da Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. 1. Dünya Savaşı ile birlikte Kudüs, İngiliz işgaline girmiş ve İngiliz sömürge yönetiminin himayesinde yürütülen etnik temizliğin ardından 1948 yılında şehrin batı kesimi yeni kurulan İsrail işgal rejiminin kontrolüne geçmiştir. İşte o tarihten bu yana Kudüs kanayan bir yara olarak yüreklerimizi yakmaya devam ediyor.
Günümüzde de Kudüs öksüz ve yetim olmaya devam ediyor. Kudüs’ü yüreklerden ve gönüllerden silmeme adına birçok şair ve yazarımız Kudüs’ü gündeminde tutan şiirler ve yazılar kaleme almıştır. Kudüs şairlerimizden Mehmet Akif İnan gönüllerimize şöyle sesleniyor:
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslam diyordu.”
Bir başka şairimiz Nuri Pakdil ise Anneler ve Kudüsler şiirinde;
“Yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.” diyordu.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) zevcesi Hz. Hatice ve amcası Ebu Talib’i kaybetmesi üzerine ilan edilen hüzün yılının üzerindeki bulutları kaldırmak için Rabbimiz tarafından yaşatılan Miraç mucizesinin gerçekleştiği şehir Kudüs, bugün Müslümanları çağırıyor. Kudüs’ün çocukları nerede kardeşlerimiz diye sesleniyor. Adeta Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsünde Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna diye seslenişi gibi. Miraç mucizesinin bize emaneti olan ilk kıblemiz bize kırgın, mahsun bir şekilde bizleri bekliyor. Bugün kalbimizin bir yarısı orada ancak Kudüs için hiçbir şey yapamayışımızın acısı hepimizin yüreklerini dağlamakta. Adeta Kudüs yeni Yusuflarını, Selahaddin Eyyubilerini bekliyor.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.