NASIL BİR SENDİKA?
“Koltuk sizde kalsın. Arkamızda durmayın yeter…”
Celal Demirci, “Nasıl bir sendika?” sorusunu olmaması gerekenler açısından bakarak değerlendirdi.
Kamu sendikacılığında bugün gelinen noktada, siyasi yelpazede kendisini sağ, muhafazakâr konumda tanımlayan mevcut kimi sendikaların yönetim kademelerinin benimsedikleri politikaların; sağ, muhafazakâr dünya görüşüne sahip kitleleri memnun ettiğini söylemek oldukça zor. Bu sendikalar, mevcut yönetimleriyle; özlenen, hayali kurulan sendikal anlayıştan gün geçtikçe uzaklaşarak temsil edilen kitleler de sukutuhayale neden olmaktalar. Misyon anlamında bir vakıf ya da dernek gibi kültür sendikacılığı yapan, özgürlükler konusunda öncü rol üstlenen söz konusu sendikaların; üyenin genelini ilgilendiren mali, ekonomik ve özlük hakları gündeme geldiğinde bekleneni verememesi, yönetici kadroların da konformist bir yaşam tarzı sergilemesi bu sendikaların politikalarını sorgulatmaya başlattı.
Sendikalarının tutumundan memnun olmayan üyeler, sendikaların Tük siyasi hayatında yer aldığı pozisyondan dolayı kolaylıkla sendika değiştirememekteler. Bu durum; mevcut sendika yönetimlerince üyenin durumdan memnuniyeti şeklinde algılanmakta ve mevcut politikalar değiştirilmeden uygulanmaya devam edilmektedir. Son dönemde; sağ, muhafazakâr cenahtaki kimi sendikalar da oldukça önemli sayılabilecek bir kitle tarafından bir politika ya da yönetim değişikliği beklenmekte; bu beklentinin karşılanma ihtimalinin görülmediğine kanaat getiren üyelerce, sendika değişikliği ya da yeni sendika kurulması yoluna gidilmektedir. Kitlesini tutmakta zorluk çeken sendikaların durumu, aynı zamanda bu sendikaların aynı sosyolojik tabanı paylaştığı siyasi organizasyonlara verdiği desteği de zayıflatmakta... Öyle ki en sağdan en sola sendikal geçişlere rastlanmakta... Delege demokrasisinde elde edilen başarıya rağmen kitlesini konsolide edemeyen sendikacıların, sendikal hayatlarının çok da uzun olmayacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.
Bütün bunların ışığında sendikaların aldıkları siyasi pozisyon ve politikalar da göz önünde bulundurularak:
Kimi sendikalarda seçim süreçleri devam ederken bile; “Bizim düşüncemizde, gidebileceğimiz bir sendika yok! Yeni bir sendika kurulmalı. Eski hâl muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl...” söylemleri: “Onlarca sendika varken yeni bir sendikaya ne gerek var! Sorun sendikada değil. Sorun yönetimlerde. Sendikalarımızdan ayrılmayalım, içeriden yönetim ya da politika değişikliğini zorlayalım.” itirazlarına çarpmakta ve bu tartışma sendika üyelerinin birinci gündem maddesi haline gelmekte… Seçim süreçlerinde bu konunun tartışılıyor olması bile içinde bulunulan ümitsizliğin bir dışavurumu olsa gerek…
Sendikaların kongre süreçlerinde seçim takviminin mevcut kadroları korumaya yönelik olarak düzenlendiğine ilişkin iddialar da gündeme geldi. Ardından, yapılan delege seçimlerinde katılım oranlarının düşük olduğundan hareketle gündeme getirilen eleştiriler sonucunda oluşan tablo; yönetim değişikliği beklentisi içinde olanların beklentilerini boşa çıkarırken: Ne yapmalı? Nasıl bir sendika? Şeklindeki arayışların da önü açılmış oldu.
Bu noktada sahanın sendika yönetimlerinden talep, beklenti ve eleştirileri:
- Üyenin genelinin menfaatini ilgilendiren konular birinci öncelik olarak ele alınmalı. Sayısal olarak azınlığı oluşturan yönetim kademeleri ve yakınlarına kadro açmak için üyenin genelinin menfaatlerinden, özlük ve mali haklarından taviz verilmemeli.
- Liyakat ve ehliyet sendikaların olmazsa olmazı olmalı. Sendikalardaki hiyerarşik konum ve statü; bir liyakat, ehliyet ve referans kriteri haline gelmemeli.
- Sendika Genel Merkez Yöneticilerinin görev sürelerinin sonunda sendikal alana güç katma iddiasıyla siyasete atılmaları, sendikal alanı güçlendirmeyip tam tersine zayıflatmakta.
- Sendika yöneticilerinin kişisel kariyer beklentileri; onları, haklarımızı savunma konusunda etkisiz hale getiriyor. En temel haklarımız konusunda bile suskunluk sarmalına bürünülerek, bazen de kelime oyunlarıyla durum kotarılmaya çalışılıyor. Sendikalar, yöneticilerinin kişisel kariyer yapma alanı olmaktan çıkarılmalıdır.
- Delege demokrasisi; artık kimi grup, hizip, fraksiyon, vakıf, dernek vb. yapıların, sendikalarda yerel düzeyde hakimiyet alanı kurarak kendi kadrolaşmalarının önünü açmaya başladı. Yerel düzeyde tahakküm unsuru haline gelebilen bu yapılar, siyasi kimlik taşımayan ortalama üyeyi sendikaya küstürüyor.
- Sendikalar da yönetim kademelerine adaylık konusunda bir sınır olmaması/kalmaması; şubelerde değişim umutlarının ortadan kalkması sonucunu doğurdu. Bu durum da sendikalarda değişimin (genel anlamda) önünün tıkanması, heyecanı ve umudu öldürdü. Sendika şubeleri kişilerin adıyla anılır hale gelmeye başladı. (Ahmet’in sendikası vb. gibi…)
- Kimi şubelerde, şube yöneticilerinin (kanıtlayamam ama gösterebilirim türünden) kılıfına uydurulmuş ticari ilişkilerini sendikal kimliğin verdiği güce yaslanarak sürdürdüğü iddialarına kulak tıkanması ve üyeliğin askıya alınması maddesinin bu suçlarda kapsam dışı olması/kalması, delege demokrasisinde seçilebilme kaygısının da bu tür ilişkilere göz yumdurtması; artık bu kurumları içeriden çürütmeye başladı.
- Modern dünyaya entegrasyonu amaçlayan profesyonelleşme, amacından saparak sendikacılara konfor alanı oluşturma ve zenginleşme aparatına dönüşmüş durumda. Yol yakınken bu yanlıştan dönülerek sendikacı ücret ve imkânları makul düzeye çekilmeli, sendikacılar imtiyazlı yaşam alanlarını terk etmeli. Üyesinin yediğinden yemeyen, içtiğinden içmeyen, giyindiğini giyinmeyen kısacası onunla aynı yaşam şartlarında yaşamayan sendikacı maalesef hâlden anlamıyor. Anlamadığı için de yoksulluk sınırı altındaki rakamlara tereddütsüz imza atabiliyor. Profesyonel sendikacılar, son dönemde temsil ettikleri kitlelerden sınıfsal olarak ayrışmaya başladılar. Kendini temsil ettiği kitleden üstün gören, kibir abidesi yeni bir elitist sendikacı zümresi oluştu.
- Bürokraside protokolde yer alan yönetici kadrolar ve okul müdür/müdür yardımcıları üzerinden sendikacılık yaparak büyümeye yönelik çabaların sonucu olarak hormonlu bir büyüme gerçekleşmekte ve bu durum çalışma barışını da tehlikeye atmakta, kurumların hiyerarşisi de bu durumdan zarar görebilmektedir.
Mevcut sendikalara yönelik olarak hem dışarıdan hem de içeriden bir bakışla, sendika içi iktidar/muhalefet denkleminin dışında, belirli bir seçim dönemine sıkışmaktan ziyade; ilkeler bazında bir mücadelenin tarafı olarak, kendi yaşanmış sendikal deneyim ve tecrübelerimizin süzgecinden geçirdiğimiz tespit ve önerilerimizi paylaşarak; kendimizce çözüm yolları aramanın mücadelesini vermeye devam ediyoruz.
Bu kapsamda açık yüreklilikle; zamanında bilincinde olmadan belki kendimizin de içine düştüğü yanlışlıkları, eksiklikleri, olması gerekenleri, sendikal bir yarışın kazananı/kaybedeni olma kaygısının uzağında kalarak da olsa beklentisizce ifade etmenin ve tarihe bir not düşmenin önemine inanıyoruz.
Ne diyordu Ramiz Dayı?
“Koltuk sizde kalsın. Arkamızda durmayın yeter…”
Umutlar, ufukların ötesinde, kafdağının ardında… O halde, Simurg’un yolunda kanat çırpmaya devam…
Bizce, günün sözü Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Kolukısa’dan geldi. Şükrü Kolukısa, Erzurum’da yaptığı açıklamada: “Ancak bedel ödeyenlerin gerçek bir hikayesi vardır ve sadece hikayesi olanların kalıcı olması mümkündür” dedi.
Tabloya baktığımızda karşımızda bedel ödeyenler varsa baş göz üstüne… Ya bedel ödemeden, 15 Temmuz gecesi saat 22.00’de ayağımı burktum diyerek evine gidip perdeyi çeken, gerçek, sahici bir hikayesi olmayanlar varsa. Ve onlar, yaşanmamış aşkların şarkısıyla kitleleri afyonluyorsa…
“Nasıl bir sendika?” sorusunu olmaması gerekenler açısından bakarak değerlendirdik. Olması gerekenler açısından "Nasıl bir sendika?" sorusunun cevabını sonraki yazımızda arayacağız inşaallah...
Celal DEMİRCİ