SAHİ BABALAR DA AĞLAR MI?
Kendilerine ait bir hayatları olmayan babaların hayatları aslında çok büyüktür. Gölgeleri vardır dağ gibi, öfkeleri vardır kocaman erişilemez ama iç dünyalarında yaşadıkları öyle sessizlikler vardır ki onu kimseler bilemez. Çoğu zaman hayat arkadaşı olan eşleri dahi bilemez bu sessiz mülayimliği. Gölgesiyle herkesi kucaklar, o koca cüssesi ile yeri gelince dağları bile deler ama yaşadıklarını iç dünyasında biriktirir kimselere anlatamaz. Sadece yine kendisine anlatır içten içten döktüğü gözyaşları ile. Can Yücel “Hayatta en çok babamı sevdim” der. Babayı anlatmaya çalışır anlamak isteyene.
Bir kısmımızın Mor yelekli adam diye tanıdığı çoğumuzun da bize Şems ile Mevlâna aşkını kaleme döktüğü Aşkın Gözyaşları kitabıyla tanıdığı Sinan Yağmur geçtiğimiz ay içinde Mardin Derik ilçesinde organize edilen kitap fuarına katılmıştı. Orada kendisini dinlemeye gelen öğrencilere Babalar da Ağlar kitabının ekseninde “baba”yı anlatan bir konferans verdi. Çocukların ve diğer dinleyicilerin gözyaşlarına hâkim olmadığı baba konferansı sonrası herkes dönüp iç dünyasında babasına ne kadar değer verdiğini sorguladı. Bu konferans beni de derinden etkiledi. İlk fırsatta da Sinan Yağmur’un yazdığı bu kitabı okumam gerektiğini düşündüm. Dün temin ettiğim bu kitabı bir solukta bir günde okudum. Kitap konferans gibi çok etkileyici idi. Düşündüm hakikaten babalar toplumuzda en ağır sorumlulukları üstlenmesine rağmen çoğu zaman anlaşılmaz ve değer verilmez bir durumda idi. Sinan Yağmur’un kitabı ekseninde babaları ve babalarımızı hatırlayalım diye bende baba üzerine bu yazıyı yazmayı düşündüm.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Efendimiz Ebu Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır. “Hiçbir evlat babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp azat ederse, babalık hakkını ödemiş olur.” Anne baba hakkı çok büyüktür. Dünyaya gelmemize vesile olan anne babalarımız bizler için öyle değerlidir ki, adeta huzur kaynağımızdır. Onlar için ne yapsak azdır. İnsan hayatı boyunca yokluğunda bile babasına ihtiyaç duyar. Varlığı her zaman güç verir. Ama varlığında çoğumuz bunu anlayamaz ve belki birçoğumuz babasıyla ters düşer, anlaşamaz hatta bazen ben kendim ayaklarım üzerine durabilirim babama ihtiyacım yok ya da o olmadan da ben her şeyi yapabilirim deriz. Belki yaparız da ama hep bir tarafı eksik kalır. Babanın varlığında yapılan her şey bir başka güzel ve mükemmel olur.
Tarihimiz ve geleneklerimiz bizi babadan korkutmuştur. Geleneklerimizde babanın önüne korku duvarları çekilmiştir. Törelerde çatık kaşlı olan baba hep sert olmalıdır. Çocuklara taviz vermemelidir. Onlarla vakit geçirmemelidir. Onlarla oynayıp gülmemelidir. Hatta öyle ki baba ulu orta yerde yeni doğan bebeğini bile sevemez, çocuğunu okşayamaz. İşte bu köhnemiş gelenekler baba ile çocuklar arasında hep duvar örmeye çalışmıştır.
Örülen bu duvarların arkasında çocuğuna sevgi besleyen baba çoğu zaman yorgun argın geldiği işinden uyumuş olan çocuğunu uykusunda anca sevebilmiştir. Baba para kazanma uğruna çocuklarını göremez olmuştur. Ama yüreğinde sevgileri hiç eksilmemiştir. Bir de popüler kültürün etkileri de günümüzde baba kavramının içini boşaltmıştır. Dinimizin babalara verdiği kutsal değeri babaların elinden alan yozlaşmış kültürler, neslimizin mayasını bozarak babayı işlevsiz hale getirmeye çalışmıştır. Halbuki baba evi, ocağı, ailesi ve çocukları için çoğu zaman vaktinden, nefsinden vazgeçmektedir. Bazen imkanlar elvermez aldığı şeyleri önce çocukları tatsın diye kendi nefsine gem vuran baba bazen de aç olduğu halde ben tokum sen ye yavrum diyebilmektedir.
Toplumun babalar ile evlatlar arasına örmeye çalıştığı bu hazin duvarları yıkmak kolay olmuyor. Bu duvarlar arkasında evladına sevgisini aktarmaya çalışan baba çoğu zaman yaşadığı acıyı, ızdırabı, imkansızlığı sessizce içine akıtmaktadır. Öyle ki toplumun kendisine biçtiği rolü oynarken bazen yalnız kalır, bazen üzülür, bazen aç kalır bazen de yorgun ve uykusuz kalır ama bu durumdan hiç şikayetçi olmaz. Baba varlığında yaşadığı sıkıntıları hep kendi başına aşmaya çalışır. Çünkü toplum ona öyle bir sorumluluk yüklemiş ve onu öyle dağlar gibi kocaman aşılmaz kılmıştır ki bu cendere içinde işin içinden çıkamadığı bir dert, sorun olduğunda onun üstesinden gelebilmek için kendisini paralar. Bazen sessizce köşesine çekilir ve belki günlerce gözyaşını içine akıtarak ağlar. Babanın bu halinden kimsenin haberi bile olmaz.
Sinan Yağmur babaları, buzdolabının içerisindeki lambalara benzetir. Buzdolabının kapağını açmadıkça içerisini görmemizi sağlayan lambanın varlığını fark edemeyiz. İşte babanın da iç dünyasını görebilmemiz için babanın kapağını açmamız gerekir. Çoğu zaman ön yargılar ile yaklaştığımız babanın iç dünyasına girmeyi başardığımız da işte o zaman gerçek baba kavramıyla ve babanın kendisiyle yüzleşmiş oluruz. Gönül sarayımızın tahtsız sultanları olan babaların iç dünyasını tanıdıkça babayı daha iyi anlayacağız.
Geleneklerimizin bize yabancılaştırdığı babanın bir bize görünen yönü bir de içine girdiğimizde kapısını araladığımızda görünen yüzü vardır.
Birçok kimse babasıyla farklı şekilde hatıralar yaşamıştır. Babanın varlığında yaşanan ve hızla ilerleyen hayat içinde hep kendisinden bir şeyler istenen ve beklenen babaya bazan bir sevgi bile çok görülerek verilmez. Ama o dev denilen, yıkılmaz denilen, dağlar gibi gölgesi var denilen baba yıkılıp gittiğinde ruhu bedeninden ayrıldığında ve bu dünyadaki yaşam süresi dolduğunda, üstüne topraklar örtülüp artık olmadığı, öldüğü iyice anlaşıldığında kalpleri derin bir hüzün kaplar. Babacığım keşke şu an yanımda olsan da seni koklasam doyasıya öpebilsem diyecek çocuklar ama artık babanın tenine dokunmak yerine toprağına sarılmak zorunda kalacak.
Toplumların cezalandırmaya çalıştığı babayı gelin iyi anlayalım. Yüreği buruk olduğunda kalbimizdeki ona karşı olan sevgiyi hiç eksiltmeyelim. Bazen çalışıp da imkân bulamayıp çocuklarına alamadığı bir şey için onu üzmeyelim. Baba bilir ki o imkânı elvermese de bulup buluşturup evladına onu alacaktır. Üzülecek, daha çok yorulacak ve belki günlerce acı çekecek ama onu yine de alacaktır.
Çocukluğumuzda bize babaların, hatta erkek çocukların ağlamayacakları öğretildi. Onların acıları gözyaşlarına indirgenemezdi zira. Ağlamak onların deyimiyle “erkeliğe yakışmazdı” Oysa geçek böyle değil. Babalar da ağlardı ama onların ağlamasını kimse duymaz, hissetmez ve farkına varmazdı. Babalar sessiz derinden ve içine kapanarak ağlardı. Ağlamasını kimseye göstermezdi. O koca yürekler bazen dayanamaz yürekteki yara gözyaşlarına karışır giderdi.
Babayı nasıl ne şekilde anlatsak hep eksik kalır. Baba demeyi özleyecek hale gelmeden babalarımızın kıymetini bilelim onları anlamaya çalışalım. Yüreğimiz yangın yerine dönmeden babamıza sarılalım, doyasıya öpelim onu. Ve her zaman babamıza onu çok sevdiğimizi söyleyelim. Satırları sonlandırmadan Adnan Şenses’e kulak verelim. Bir şarkısında babaya şöyle sesleniyor:
“Mal bıraktın mülk bıraktın üşüştük
Kavga ile niza ile bölüştük
Üç beş karış toprak için dövüştük
Mezarında huzur ile yat baba.
Evlatların etsinler diye rahat
Satmadın da geçindin kıt kanaat
Evladından sana olsun nasihat
O dünya da malın varsa sat baba.”