Sevgili dostlar, bugün şiir kitabımdan yazmış olduğum bir şiirimi sizinle paylaşmak istedim.
Sessizliğin Nidası
Baykuş ne ötersin dostun bağında
Var ören yerlerde ahüzar eyle
Düşmanlar dolaşır vuslat dağında
Seyret bir köşede intizar eyle
Soldu gül , bozuldu bezm-i gülistan
Bülbüller kan kusar, matemden, yastan
Bir hüsn-ü haber ver gül yüzlü dostan
Bir seher vaktinde bergüzar eyle
Elemdir, kederdir, sürüp giderken
Dertler ömrümüzü tüketip yerken
Kışa tebdil etti bu bahar erken
Git başka diyara demgüzar eyle
Baykuşun Nidası: Sessizliğin Hikmeti, Ayrılığın Tasavvufu
Baykuş, halk inanışında uğursuz sayılmıştır; oysa tasavvuf nazarında o, viranelerde Hakk’ı zikreden arifin sembolüdür.
Çünkü o, şatafatlı bağlarda değil; yıkıntıların, yalnızlıkların, ölü sessizliklerin mekânında yaşar.
Bu yüzden baykuş, hakikatin sesini ancak sessizlikte duyanların remzidir.
> “Baykuş ne ötersin dostun bağında / Var ören yerlerde ahüzar eyle...”
Bu beyit, nefsin dünyasına, yani “dostun bağı”na bir eleştiridir.
Çünkü dostun bağı dediğimiz şey, bazen zahiri güzellikler, dünyevî zevkler, mecazî aşklar olabilir.
Oysa arif bilir ki, dostun gerçek bağı, kalbin ıssızlığında, ören yerlerinde, yani fani olanın yıkıldığı yerde filizlenir.
İşte baykuşun “ahüzar eylemesi”, o sessizlikte Hakk’a yakarıştır.
---
> “Soldu gül, bozuldu bezm-i gülistan / Bülbüller kan kusar, matemden, yastan...”
Burada “gül”, mâşuk-u hakikî olan Allah’ın cemal tecellisidir.
Bezm-i gülistan ise, insanın iç âleminde yaşadığı ilahi meclistir.
Fakat bu meclis bozulmuştur; çünkü nefsin dumanı gönül gülistanını sarmıştır.
Bülbül —yani âşık gönül— kan kusar; zira vuslat kapısı kapanmıştır.
Bu hal, fenadan bekaya geçememiş gönlün feryadıdır.
Ve şair, baykuşa seslenir:
“Bir hüsn-ü haber ver gül yüzlü dostan...”
Yani, bir işaret getir dosttan; bir “nefes”, bir “tecelli” taşı.
Bu, Mevlânâ’nın “ney”inden dökülen aynı feryattır:
> “Beni kamışlıktan kestiler, ondan beri feryadım erkekleri de kadınları da ağlattı.”
---
> “Elemdir, kederdir, sürüp giderken / Dertler ömrümüzü tüketip yerken...”
Bu beyitte, insanın seyr u sülûk yolundaki yorgunluğu dile gelir.
Zira hakikate giden yol, güllerle değil, dikenlerle döşelidir.
Her dert, aslında bir “derviş terbiyesi”dir;
her acı, benliğin incelmesi, kalbin saflaşması içindir.
Arif bilir ki, dert Hakk’ın nazarına vesiledir.
Ve nihayet:
> “Kışa tebdil etti bu bahar erken / Git başka diyara demgüzar eyle...”
Bahar, mecazîdir; nefsin taze sevinçleri, dünyanın cazibesi gibidir.
Ama hakikat yolcusu için bu bahar, çabuk kışa döner.
Zira o, artık bu diyarın havasına sığmaz.
Şairin “Git başka diyara demgüzar eyle” demesi, kalbin mana âlemine hicreti,
fani bahçeden bâki bahçeye göçüdür.
---
Sonuç: Baykuş’un Diliyle Hikmet
Bu şiir, bir ağıt değil; bir irfan duasıdır.
Baykuş, aslında âşık-ı hakikîdir;
herkes uyurken, o viranelerde “Hu” diye öter.
Onun sesi, “dostun bağında” eğlenceye dalmışlara değil,
kalbini ören bir dergâha çevirenlere ulaşır.
Tasavvufî bakışla, şiirinizdeki baykuş;
zahirde ölüm ve yıkımın,
batında ise dirilişin ve hakikatin habercisidir.
Çünkü bazen, gülün solduğu yerde mana açar.
Ve bazen, virane olan gönül, Hakk’ın nazargâhı olur.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.