Osmanlı imparatorluğunun son dönemleri bütün imparatorluk halkı için son derece vahim dönemlerin olduğu, hem imparatorluğun hem de imparatorluk halklarının hafızalarında ve vicdanlarından derin izler bırakacak hadiselerin cereyan ettiği dönemler olarak tarihe geçti. Bu süreç de yaşanılanlar Türk ve Ermeni halkları arasında bugün dahi varlığını koruyan önemli siyasal çatışmaların kaynağını oluşturmaktadır.
Fransız İhtilali ile beraber ortaya çıkan “Milliyetçilik” fikri İmparatorlukların bölünmesine sebep olmuştur. Bundan en büyük darbeyi ise bünyesinde birçok milleti barındıran Osmanlı Devlet’i almıştır. Kuruluşundan itibaren Devlet-i Aliye ile problemleri olmayan, inanç ve kültürel faaliyetlerini rahatça sürdüren Osmanlı İdare’sindeki milletler, Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı politikalarına araç olmuşlardır. Nitekim ilk azınlık isyanı olan Sırp İsyan’ı ve bağımsızlık kazanan ilk azınlık Yunan İsyan’ına batılı devletlerin destek verdiği görülmektedir. Osmanlı Devlet’i tarafından “Düvel-i Muazzama” denilen bu güçlerin politikalarının parçası olarak tahrik edilen unsurlardan birisi de Ermeniler olmuştur[1].
Ermeni meselesi; Anadolu da yaşayan Ermenilere karşı sistematik bir yok etme harekâtı tezine dayanıyor. Söz de “soykırım” olarak iddia edilen ve hiçbir delili olmayan bu tez; Osmanlı Devleti’nin zor şartlarda olduğu cephede askere ihtiyaç olunan bir dönemde göç ettirilen her kafilenin başına asker görevlendirilerek bir dizi önlem alınmıştır. Buna karşılık başlangıçta korumasız yola çıkan kafilelere, isyanlarda yakınları öldürülen Müslüman halk, köylüler, Halep ve Deyr-i Zor kesiminde Kürt aşiretleri, Arap aşiretleri, bazı çeteler ve eşkıya tarafından önceden düşünülmeyen bir takım saldırılar olmuştur. Bu saldırılarda yaklaşık dokuz bin-on bin kişi hayatını kaybetmiştir. Yirmi beş bin-otuz bin kadar Ermeni tehcir sırasında gıda azlığı, tifo, dizanteri ve salgın hastalıklar sebebiyle ölmüşlerdir. Toplam elli beş bin-altmış bin civarında ermeni hayatını kaybetmiştir.[2]
Bu süreç içerisinde 1.dünya savaşının müttefik kuvvetleri ermeni halkını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemişlerdir. İngiltere, ermeni halkına toprak vermeyi hiçbir zaman planlamamıştır ve bu sebep ile ermeni konusunda propaganda yapmakta her zaman temkinli olmuştur. Ancak 15 ağustos 1915 tarihin de İngilizlerin Çanakkale savaşını kaybettiği kesinleştiği zaman İngiltere ermeni kartını devreye sokmuş ve burada dikkat çeken bir husus oluşmuştur; ermeni sevk ve iskân kanunu nisan ayında çıkarılmıştır mayıs ayında uygulanmaya başlamıştır. Ancak aylar geçmiş ve ilk haber Çanakkale savaşının kaybedilişini kesinleşmesinin ardından 2 gün sonra 17 ağustos 1915 de ilk haber yayınlanmıştır. Bu değerlendirmeler göstermektedir ermeni halkı toprak vaadi ile bir takım ülkelerin operasyonları ile Osmanlı imparatorluğuna isyanın hem alt yapısının sistemli bir şekilde nasıl kurgulandığı anlaşılabilmektedir.
Çanakkale on sekiz mart üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü öğretim görevlisi Dr. Halil Ersin Avcı’nın yaptığı çalışmalar özellikle imparatorluğun dağılma sürecinde imzalanan Sevr antlaşmasının Türkçeye tam olarak çevrilmediği ve içerisinde bulunan diğer maddelerin kamuoyu ile sağlıklı paylaşılmadığını ortaya koymaktadır. Kamuoyu ile sağlıklı paylaşılmayan bu maddeler arasında dikkat çekici olan kısım şu ki; ermeni olaylarının araştırılmasına ilişkin bir komisyon kurulmasını ve bu komisyonun hadisenin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılması gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Sevr anlaşması sonrasında kurulan bir komisyon da Türk tarafı soykırım suçlamalarından beraat etmiştir. Sevk ve iskân sırasında hayatını kaybedenler ile alakalı olarak ise devlet görevlilerin görevlerini su istimal etmeleri daha savaş bitmeden bu kişileri idam cezası ile cezalandırılarak karşılık bulmuştur.
Geçmişte yaşanan bütün hadiseler ışığında ve bu kadar açık ve net tahliller söz konusu iken Türkiye cumhuriyetinin aradan geçen yüz yıla rağmen hala “soykırım” ithamlarına maruz kalması ve bu iddiaların politik bir baskı unsuru olarak geçmişten bugüne kullanılıyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Türkiye bu noktada karşılamış olduğu baskıları bertaraf etme noktasın da yukarıda değindiğimiz başlıklar ve birazdan da değineceğimiz konular üzerinde yeterli söylemler geliştirmemektedir.
Yapılan bu değerlendirmeler ışığında Türkiye’nin meseleyi “tehcir” olarak ele alıyor olması söylem geliştirememe noktasında önemli bir dezavantaj oluşturmaktadır. Oysaki Osmanlı hükümeti 1906-1907 Cenevre konvansiyonları başta olmak üzere uluslararası anlaşmalardan doğan vatandaşlarının emniyetini koruma hakkı gereği kabul ederek sevk ve iskân kanunu, kanun hükmünde kararname olarak kabul ediyor. Bu kanun gereğinde devletler halklarının savaş ortamında güvenliklerini sağlamak adına farklı bölgelere sevk ve iskân ettirebilirdi. Cenevre konvansiyonlarında alınan kararlar ve Osmanlı devletinin çıkartmış olduğu yasa açık ve nettir bütün iddiaların aksine bu kararlar Osmanlı devletinin ermeni meselesindeki temel düşüncesinin ortaya koyan bir yaklaşımdır. Bu noktada Türkiye’nin yapmış olduğu savunmalarda tehcir kavramı üzerinden geliştireceği her söylem psikolojik reaksiyonlara neden olacağı gibi Ermeni meselesinde Türkiye’nin gerçekleştireceği savunmaların daha soyut kalmasına neden olmaktadır.
Ermeni sorunundaki temel sıkıntılardan biri de kaynak sıkıntısı oluşturmaktadır. Türkiye bu zamana kadar 1 milyona yakın belgenin incelenmesini sağlamıştır. Ancak ermeni tarafı arşivlerinin açmaktan imtina etmektedir. Türkiye’nin bir milyona yakın belgenin incelenmesi ve incelenen bu belgelerde “soykırım” niteliğinde hiçbir bilgiye ulaşılamamasına rağmen ve Ermenilerin arşivleri açmama noktasındaki tutumlarına rağmen nasıl oluyor da soykırım iddiaları dünya kamuoyu tarafından bu kadar dikkate alınıyor ve bir çok ülkenin parlamentolarında soykırım iddialarının içeren yasaların kabul edilmesi sağlanabiliyor?
Dönemi Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu vermiş olduğu bir röportaj da “ermeni meselesi diaspora gerçeğini göz ardı ederek ele alınamaz.” demiştir. Ermeni diasporası ermeni tarafının iddialarının karşılık bulması anlamında göstermiş oldukları üstün çaba sayesinde birçok ülke parlamentoları sözde soykırım yasa tasarılarını kurullarından geçirmişlerdir. Türkiye’nin dünya kamuoyu nezdinde bu yönde lobi sağlayacak bir çalışması olmaması Türkiye’nin elini güçsüzleştiren en temel etken olarak kaşımızda durmaktadır.
Kabul etmesi için zorlanan Soykırım İddialarının kabulüne karşı Türkiye, bu işin siyasi malzeme olarak kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Bu sebeptendir ki protokollerde Tarihi Alt Komisyon’un kurulmasını ve bu komisyonun da tarafsız olarak tarihi belgeler ışığında olayın çözüme kavuşmasını istemektedir. Fakat Ermenistan bilimsellikten öte fanatik söylemlerle diğer ülkelere Soykırım İddialarını kabul etmek için diplomatik baskı uygulamaktadır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamasında bu durum şöyle özetlenmektedir;” Tarihi olayların tarihi belgelere dayandırılarak araştırılması gerekir. Şimdiye kadar siyasi amaçlarla propaganda yapılmaktadır. Tek yönlü hafızaya değil adil hafızaya ulaşmak gereklidir.
Türkiye ve ermeni halkları birbirlerine kültürel olarak yakın olması, ortak bir geçmişe sahip bu iki halkın gelecekte birbirlerini daha iyi anlamaları için bu ortak paydalarımızın iki halkında tutunabileceği bir temelde ve gençleri üzerinde inşa edilebilirse ermeni meselesi iki halkın geleceği için olumlu sonuçlar verecektir ve bunun için akil olan toplumsal yapılar özellikle gençler üzerinden örgütlenerek sivil inisiyatiflerin üstlenilerek ve bütün bunların hem ermeni medyası hem de Türkiye medyasında algıların şekillendirilmesi suretiyle sistemli olarak devam edilmesi gerekmektedir bu süreç iki toplumun geleceği zaruridir.
Ermenistan’ın Türkiye’nin teklif ettiği tarih alt komisyonu tekliflerini eğer çözümü arzuluyorsa kabul etmeli ve ülkesindeki arşivleri de açarak tarihçilerin akademisyenlerin bir arada olduğu bir çalışma ekibi oluşturarak sorun çözümlenmesi hem iki ülke halkı için hem de bölge halkları için gerekli bir durumdur. Ve bu gerçekliliğin farkında olarak ortaya konulan vizyon çerçevesinde ermeni ve Türk gençlerin gelecekte kardeşlik ve huzur içerisinde yaşamaları için bu sorunun netliğe kavuşması elzemdir.
Diaspora ve dini tekelcilerin milliyetçi ve kafatasçı ulusalcı kesimlerin marjinal yaklaşımları bir kenara bırakılarak özellikle önümüzdeki 2015 yılı ermeni olaylarının yüzüncü yılı olması sebebi ile iki toplum arasındaki kadim ilişkilerin yeniden şekillenebilmesi için yeni fırsatların kapısının aranabileceği bir yıl olabilir. İnsanlığın evrensel değerleri üzerinden iki toplumun geleceği yeniden inşa edilebilir ve bu irade iki toplumun atom niteliği taşıyan bireylerinin veya kesimlerinin bir araya gelerek ortak organizasyonlarla ön yargılardan ve politik baskılardan arındırılmış bir anlayış ile bu sorunun çözümünde yeni paradigmalar geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
Kaynakça:
Halaçoğlu,Yusuf,”Ermeni Tehcir”i,B.K.Y Yayınları,18.Baskı
Çelik,Kemal,”Ermeni Sorunu Göç Ettirme Sözde Soykırım İddiaları Ve Gerçekler”,Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi,Mayıs-Kasım 2003,Yıl:16,Sayı;31-32.
……………………………………………………..
[1] Halaçoğlu,Yusuf,Ermeni Tehciri,B.K.Y. yayınları,s.25
[2] Çelik,Kemal,”Ermeni sorunu göç ettirme,sözde soykırım iddiaları ve gerçekler”,s.28.