Niye hep olağanüstü durumlarda Anadolu insanının ferasetine ve basiretine güveniriz. Feraset sahibi olunca basireti bağlanmayınca insanımız yanlış yapmaz dolayısıyla yaşanan sıkıntılara yenileri eklenmez düşüncesi mi bizi buna sevk eder.
Peki, feraset ve basiret ne anlama gelir? İnsanlar feraset sahibi olunca hangi tehlikeli durumlardan uzak kalınır? Okullarımızda verilen eğitim öğrencilerin feraset sahibi olarak yetişmelerine ne kadar katkıda bulunur. Son yaşadıklarımızı düşünürsek bir yerlerde hata yaptığımız ya da bir şeyleri eksik bıraktığımız kanaati ağır basmaz mı?
Feraset deyince aklımıza bir insanın olayların içyüzüne bakarak, zihin uyanıklığı sayesinde öngörüyle çok çabuk kavrayarak hareket etme yeteneği gelir. Feraset sahibi, olaylara derinlikli ve kuşatıcı bakar. Olayların henüz başlangıcında nasıl sona erebileceğini tahmin edebilme ve analiz gücüne sahiptir. Bu gücü elinde bulundurabilmek için tabii ki kişilerde aklın daima devrede olduğu bir alt yapının olması lazım. Aksi halde zahire ve görüntüye bakarak şuursuzca karar verirler dolayısıyla biat kültürünün kurbanı olurlar. İşte bu konuda kişiler yeterli donanıma sahip olarak hem ailede hem eğitim hayatlarında yetiştirilebilmelidirler. Aksi halde çeşitli huzursuzluklara sebebiyet vererek çeşitli fraksiyonlara körü körüne itaat ederek toplumda kapanması zor yaralar açarlar. Basiret sahibi olmak ise geleceği güçlü sezgileriyle, kalp gözüyle görebilen, olayların özünü kavrayabilen, vizyon sahibi sağduyulu davranabilen olmaktır. Her iki özelliğe kişiler akılları sayesinde ulaşırlar. Kişilerde feraset ve basiret sahibi olmak yeteneği geliştirilebilse; acaba yaşanır mı bugün yaşadıklarımız? Demek ki bir yerlerde hatalı ve eksik yaptığımız bir şeyler var.
Yıllarca cehaletin açacağı tehlikeleri konuştuk. Eğitimli insanların aklını, dimağını, iradesini bir kişinin emrine verdiği düşünülürse cehaletle mücadele etmenin ne kadar yetersiz kaldığı sonucuna ulaşmadık mı? Kölelik zihniyetinin, körü körüne kulun kula sorgulamadan itaatinin altında ne yatar cehalet mi, feraset sahibi olmamak mı yoksa basiretin bağlanması mı? Mutlaka bir yerlerde hata yapılıyor olmalı ki toplumlar dönem dönem huzursuzluk girdabında dönüp duruyorlar.
Yıllarca biz cahil sözcüğünün “bilgisiz, eğitim düzeyi düşük, okula gitmemiş” insanlar için kullanıldığına inandık. Oysa gördük ki okuma yazması olduğu halde halen yanlışları inatla savunan, hurafelerin ışığında baskılarla sindirilen ya da esrarengiz konuma sokularak biat kültürü içerisinde hareket eden yığınları da bu kategoriye almak gerekiyor. Bu durumdaki insanlar aynı zamanda evrensel gerçeklikten, doğrulardan ve bilimin ışığından uzak, kendi gibi düşünmeyeni dışlayan bir yapıya sahiptirler. Günümüzde sayısız kaynaklardan çok kolay ulaşılabilen her türlü bilgiyi alarak; sorgulayan, araştıran, eleştirileri dikkatle ve sabırla dinleyip akıl süzgecinden geçiren ve bilginin kaynağına ulaşma noktasında sabır ve zaman harcayanlar cahillerin oluşturacağı cehalet medeniyetinin de gölgesinden kurtulmuş olamazlar mı?
Diyelim insanlara bilgiyi ulaşma yollarını, araştırma kültürünü yerleştirdik yeter mi? Ah bir de feraset ve basiret sahibi olmalarını sağlayabilirsek hiçbir sapkınlığa pirim vermeyen karşılıklı sevgi saygının yerleştirildiği, demokrasinin ön planda tutulduğu körü körüne biatin yerle bir edildiği bir ortam oluştururuz, yeniden doğuşu sağlarız bu güzel ülkede. Ondan sonra artık hepimiz ama hepimiz huzurun, kardeşliğin, demokrasinin, adil yargılanmanın hâkim kılındığı bu ülkede bilim ve teknolojide üst kültür düzeyinde dünya standartlarını yakalayabilmemiz için büyük bir mücadelenin içerisine gireriz hizmet verdiğimiz alanlarda. İşte o zaman kim tutar bizi.
Üstelik Yüce kitabımız Kur’an da onlarca ayette:
“”Bu vahyi akılla düşünün idrak edin ve iman edin “ diye aklı ön planda tutan uyarılar sık sık yapılmışken.