Kabuğunu Kıran Can
Her varlık, yaratıldığı andan itibaren bir sır taşır. O sır, onun içindeki hakikate giden yoldur. Civciv, bu sırrı kendi kabuğunda taşır. Karanlık, dar ve kapalı bir mekân olan yumurta, onun ilk mescididir; orada büyür, orada sabreder, orada bekler. Çünkü bilir ki, dışarıda onu bekleyen bir âlem vardır. Ama o âleme doğrudan geçiş yoktur; önce kendi kabuğunu, yani sınırlarını kırması gerekir.
Tıpkı insan gibi…
İnsan da bir kabukla yaratılır. Bu kabuk bazen ailesidir, bazen çevresidir, bazen geleneklerin ördüğü duvarlar, bazen de kendi iç korkularıdır. Fakat hakikat şudur: Her insan, içinde bir "öz" taşır. Bu öz, Rabbânî bir nefhadır. "Ben size ruhumdan üfledim" (Hicr, 29) ayetinde beyan buyurulan sırdır bu. İşte bu ruh, insanı harekete sevk eden, içteki potansiyeli yaşama yönelten İlâhî bir kudrettir.
Lakin bu öz her zaman uygun şartlarda tezahür etmez. Kimi zaman zulüm, kimi zaman baskı, kimi zaman yanlış inançlar insanın üzerine kapanır bir kabuk gibi. Ancak bu sıkışıklık bir yok oluş değil, bir doğuşun eşiğidir. Nitekim rahim karanlıktır ama oradan hayat çıkar. Baskı varsa potansiyel uyanır, zulüm varsa adaletin özlemi filizlenir. Çünkü insan, meyliyle değil; mecburiyetiyle değişir. Tohum toprakta çürür ki yeşersin.
Mesela zulme uğrayan bir kadın:
Kendisini unutturacak kadar acı çekiyorsa, zannolunmasın ki kaybolmuştur. O, acıdan yoğrulmuş bir bilinçle yeniden doğmak üzeredir. Zannedenler suskun sanır, oysa içinde bir fırtına kopmaktadır.
İsyan değil bu, itiraz değil… Bu; kendilik bilinciyle yoğrulmuş bir yöneliştir. "Ben kimim ve ne için yaratıldım?" sorusuna verilen sessiz ama haykıran bir cevaptır. Herkesin sustuğu yerde, kendi içindeki sesi duymaktır. Bu ses bazen “La” der batıla karşı, bazen “İllallah” diye çıkar gönülden. Ve bu iki kelime arasında yeni bir varoluş inşa edilir.
Kader, insanın iradesine karşı bir zorlama değil; insanın iç potansiyelini bulmasına vesile olan bir imtihandır. Tıpkı Yusuf’un zindanı gibi… Görünürde hapis, gerçekte kemale ermenin yurdu…
Her doğum sancılıdır. Ama her sancı bir hikmetin habercisidir.
Ve nihayet…
Hayat, yalnız başlanan ve yalnız biten bir yürüyüştür. İnsanlar yalnız doğar, yalnız ölür. Bu iki uç arasında, hakikati aramakla geçer ömür. Ne kimse senin acını tam bilebilir, ne de sevincini tam paylaşabilir. Bu yüzden kimsenin senin varoluşuna müdahale hakkı yoktur. Zira sen, biricik bir yaratılışın taşıyıcısısın.
İlâhî hikmet, her varlığa onun özüne uygun bir yol tayin eder. Kimi bu yolda düşe kalka yürür, kimi acılarla dirilir, kimi kabuğunu kırarak ışığa ulaşır. Ama herkes, kendi yaratılışına doğru yürümekle mükelleftir.
Çünkü varoluş, bazen en derin çığlıklarla yankılanır; ama sonunda hep bir hakikate çıkar.