Ümmetçilik ve Eşitlik
İslam’da ümmet kavramı sadece dinî bir birlikten ibaret değildir. Aynı zamanda sosyal, ekonomik ve ahlaki dayanışmayı da içinde barındıran geniş bir topluluktur.
Bunu en güzel anlatan örneklerden biri, Hz. Ömer’in kölesiyle deveye sırayla binmesidir. Yine bugün cumhurbaşkanının camiye gittiğinde halkın arasına oturabilmesi, dünyevî makam ve mevki ayrımının dinî hayat ve sosyal yaşamda önemsenmediğini gösterir.
Kur’an’da mal ve mülkün yalnızca kişisel kazanç için değil, toplumsal sorumluluk aracı olarak görülmesi gerektiği vurgulanır. Şu ayet bu durumu çok açık ortaya koyar: “Sizleri mal mülk konusunda birbirinizden uyardım ki, zengin fakire yardım etsin.”
Bu nedenle İslam’da zekât, fitre ve sadaka yalnızca bireysel hayır işleri değil, gelir dağılımındaki uçurumu kapatmaya yönelik bir sistemdir.
Tarihten baktığımızda, 8. Emevi Halifesi Ömer Bin Abdülaziz dikkat çekici bir örnektir. O, yönetimini salt Kur’an’a dayandırmış, adaleti ve sosyal yardımları yasalaştırmış, devlet kaynaklarını fakir ve yoksul için seferber etmiştir. Onun döneminde yoksulluğun büyük ölçüde ortadan kalkması, İslam’ın öngördüğü sınıfsız ve eşitlikçi toplum düzenine güzel bir örnektir.
Bugün de bu anlayışı çağımıza uyarlamak mümkündür. Zekâtın şeffaf şekilde toplanıp eğitim, sağlık ve barınmaya harcanması, fitre ve sadaka kampanyalarının düzenli yapılması, işsizler için kamu desteklerinin sağlanması, mülkiyet hakkı korunurken aşırı servet birikiminin önüne geçilmesi ve en önemlisi yoksulluk sınırının altında kalan herkese ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetinin sunulması, toplumsal dengeyi kurabilir.
Bütün bunların yanında camiler, vakıflar ve dernekler aracılığıyla yardımlaşma kültürünün canlı tutulması, ümmet bilincinin toplumsal hayatta karşılık bulmasını sağlayacaktır.
Benim dileğim, ümmetçiliğin yalnızca bir inanç söylemi olarak değil, sosyal adaletin ve eşitliğin hayata geçirilmiş hâli olarak yeniden anlaşılmasıdır. Çünkü insanlık için gerçek kurtuluş, paylaşım ve dayanışma ile mümkün olacaktır.