Zulme rıza, zulümdür ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Yeryüzü zulüm, fitne, kavga, savaş doluyken,“Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” hikâyesinin başkarakteri olamaz Türkiye. Biz ki dünyayı asırlar boyunca İslami Yönetim biçimiyle yönetmiş, yeryüzüne adalet dağıtmışız. Sonra, ne olduysa, nasıl olduysa emperyalist ve kapitalist ülkeler birleşerek bizi parçalayıp, küçük bir kara parçasına hapsetmeyi başarmış ve böylelikle ‘gizli ellerini’ üzerimizden hiç çekmeden, ipleri istedikleri yöne çekmişler.
Ne olmuş peki? Osmanlı’nın dağılması hasebiyle onlarca ülke meydana çıkmıştır. İngiltere, Fransa, Amerika ve Rusya gibi ülkeler, bölük pörçük olmuş bu küçük ülkeleri istedikleri gibi sömürmüş, istedikleri gibi yönetmişlerdir.
Ortadoğu kan revan içinde… Yeryüzü zulüm dolu... Özellikle Müslümanların Osmanlı’nın yıkılışının ardından gördüğü işkenceler, zulümler, adaletsizlikler, kadın, yaşlı, çocuk demeden katledilmeleri nereye kadar, ne zamana kadar devam edecek? Türkmenlerin yıllardır gördükleri zulümler… Arakan daha çok yeni… Bosna Hersek, Filistin, Azerbaycan… Hocalı katliamı çok uzak değil, 1992 yılında tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşti. Ermeniler hamile kadınların karınlarını yarıp bebeklerini çıkardılar. Çocukların kellelerini kesip top oynadılar, canlı canlı çukura gömdüler masum sivilleri.
Zulümler her geçen gün büyürken, Türkiye’nin büyümemesi ne acı! Ülkemizin içine saldıkları nifak tohumlarının milletimizin bağrında büyüyüp serpilmesi ne kötü! Sağ-Sol, dinci-dinsiz, laik-şeriatçı, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi kavramlarla bizi kışkırtmayı, kavga ettirmeyi başarıyor olmaları ne trajikomik!
Allah, Nisa/75’te, “Size ne oluyor da: 'Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet' diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” diyor. Biz, kendi içimizde didişmekten kurtulamıyoruz ki zulümle, adaletsizlikle savaşalım.
Bakara/193’te Allah, “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” Bizi içten yıkan, kemiren asalaklardan kurtulamıyoruz ki yeryüzündeki tüm insanların imdadına koşup, rengini, dilini, dinini ayırt etmeden her masuma hami olalım.
Bakara 191’de ise“…Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır…” diyor Allah. Evet, öyledir elbette. Biz zulme dur demek için Büyük Türkiye olmalıyız o halde. Dünya’ya yeniden adalet getirmek, İslam’ın nurunu tamamlamak için büyük olmalıyız. Sanayimizle, üretimimizle, teknolojimizle, birliğimizle, dirliğimizle, ekonomimizle, istikrarımızla büyük olmalıyız. Biz büyümeliyiz ki zulümler küçülsün. Biz büyümeliyiz ki neredeyse bir asırdır bizi bekleyen kardeşlerimizin hasreti sona ersin.
Aslanı kediye boğdurtuyorlar… Türlü ayak oyunları, çeşitli entrikalarla ve her türlü alavere dalavereyle bizi içten içe oyuyorlar. Büyük Millet olduğumuzu unutturdular bize. Tarihimizi, ecdadımızı silip attılar hafızamızdan. Hatta Osmanlı deyince midesi bulanan, ağzından köpükler saçarak küfreden bir nesil yarattılar. Oysa Osmanlı demek, tekrar padişahlıkla yönetilmek demek değildir. Osmanlı demek eski kıyafetleri, cüppeleri, sarıkları giymek değildir. Osmanlı demek dilediğini asmak, kesmek, boğmak değildir. Osmanlı demek gericilik ve yobazlık demek hiç değildir.
Osmanlı demek, adalet ve hoşgörü demektir. Dilinden, dininden, renginden, ırkından dolayı insanlara zulmetmemek, aynı topraklar içinde kardeşçe yaşamak demektir Osmanlı. İslam’ın sancağını tutan el demek… Edep, hayâ, saygı, sevgi demek… Yeniden Büyük Türkiye demektir Osmanlı.
Ve…
“Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.”A'râf /181
O topluluğa selam olsun… Hem geçmiştekine hem de gelecektekine.