18.06.2015 11:43:05

834

İlhan Beyazal

Dünya’da bir şeyler gerçekten ters gitmekte...

Krizlerin etkilerini minimize etmek adına alınan önlemler, şirketleri kurtarmak için çıkarılan yasalar, ekonomik yardım paketleri ve bunlarla doğru orantılı olarak gerçekleştirilen siyasi ilişkiler ve manevralar… Modern devlet olgusu içerisinde bir birlerine bu denli entegre olmuş iki kavram arasındaki ilişkiler yumağı gelecek dünyamızın siyasal ve ekonomik ilişkilerini şekillendirmektedir.

Aydınlanma paradigmasının sonucu olarak pozitif bilimlerde kat edilen mesafeler teknolojik gelişmelerin hızlanmasına neden olmuş ve beden gücüne dayanan üretim mekanizmaları yerini makineye bırakması ile üretim sürecinde tarihi gelişmeler olmuştur. Makinizm ile beraber üretim sürecindeki hızlanma daha az iş gücü daha fazla üretim formülünü ortaya koymuş ve ekonomik anlamda bir dönüşümü gerçekleşmiştir. Bu dönüşüm beraberinde birçok kavramın dönüşmesine etken olmuş, siyasal ve sosyal dönüşüm ve değişimlerin de kapısını aralamıştır.

Dünya’daki sermaye sahipleri 19.yy da yaşanan bu köklü değişimlerin ardından ciddi bir üretim sürecine girmiş ve bu üretim süreçlerinin neticesin de yeni pazarlar ve hammadde arayışları içerisine girmiştir. Bu arayışlar siyasi bir takım rekabet ortamını geliştirmiş, sektörel tekelleşmeler, sömürgecilik, kolonyalizm gibi kavramların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu süreçlerin neticesinde ekonomik krizlerin kaynakları bile değişkenlik göstermiştir. Sermaye öncesi dönemde krizler doğal felaketlerin sonucunda baş gösterirken sermaye sonrası dönem de fazla üretimden kaynaklanan krizler ortaya çıkmıştır.

Bu kavramlar ekseninde hareket eden devletler ve ÇUŞ (çok uluslu şirketler) toplumsal yapıları ekonomik çıkarlar doğrultusunda şekillendirme çabası içerisine girmiş, ve dünyada cereyan eden bir takım siyasi dönüşümler bu çıkarlar ekseninde şekillenmiş ve dünyada bir hammadde ve Pazar paylaşımı durumu baş göstermiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu paylaşım savaşlarının batı terimleri ile tanımlanmasıdır.

Burada dikkat etmemiz gerek hususlar ise; siyasal gelişmelerin temelinin ekonomik çıkarlar olduğunu, modern devlet kavramında ekonomi ve siyaset terimlerinin bir biri ile ne denli eklemli olduğunu olayların sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdelendiğin de net bir şekilde algılanmaktadır.

Sebep sonuç ilişkileri bağlamında birkaç betimleme yapacak olursak, ABD’nin Ortadoğu ve bölge politikaların da eksen almış olduğu kavramları tahlil etmek gerekir. Özellikle orta doğu politikalarının güvenlik temeline dayandırıldığını, uluslararası terörizm ile mücadele ettiğini ve totaliter yönetimlerin yerine demokratik yönetimleri getirmek suretiyle başlatılan bu savaşların hiçbir suretle inandırıcılık payı bulunmamaktadır. ABD’nin ırak savaşının ağır faturasının kendi ÇUŞ (Çok Uluslu Şirketler) ları ile vasıtası ile kontrol altına almış ve buradan elde ettiği gelirlerin bir kısmı ile bu savaşı finanse ettiği bilinen bir gerçektir; kalan kısımları ise bu şirketlerin kar rakamlarına eklenmektedir. Bu taktik adımların birde stratejisi vardır ve bu stratejilerden biri de bölgedeki doğal kaynakları kontrol etmek suretiyle hammadde ihtiyacı olan diğer büyük ekonomileri kontrol altına alma stratejisidir. Yakın gelecekte Afrika üzerinde başlayacak olan bir takım stratejik atılımlar temelde aynı stratejiyi barındırmaktadır. Çin ve Hindistan gibi büyük ekonomilerin diğer bölgelere nazaran daha bakir olan Afrika’ya olan ilgisi bu bölgeye müdahalelerin daha da hızlanması gerektiğini göstermektedir. Ve bu bağlamda ABD bölgede askeri üslenme yolu ile yeni bir stratejik açılım gerçekleştirmektedir. Netice olarak da dünya ekonomilerini kontrol etme hırsı bu stratejilerin temelini oluşturmaktadır.

Devletler tabi olarak ekonomilerini güçlü tutmak zorundadırlar ve bunlar için muhakkak ki ekonomik birimler ile bir takım ilişkiler geliştireceklerdir. Ancak burada bu ilişkilerin felsefesini belirleme noktasında devletler bir zafiyet içerisinde ise işte burada bir şeyler ters gidiyor demektir.

Bu bağlamda ÇUŞ’lar ve ABD arasındaki ilişkilere çok ufak bir örnek vererek devam edelim;

Son ABD başkanlık seçimlerinde başkan obama 2008 seçimlerinde 750 milyon dolar bütçe ayırması, son 2012 seçimlerinde ise bu rakamı 1 milyar dolara yükselmiştir. Bunun yanı sıra cumhuriyetçi aday Mitt Romney’in de kampanya giderlerini de bu miktarlar ile topladığımızda toplam rakam 2 milyar doları bulmaktadır. Bütün bu miktarlar bağış ve yardım adı altında toplanmaktadır. Bu gerçekleştirilen bağışların politikacılar üzerindeki etkisi ise çok fazla olduğu da bilinen ayrı bir durumdur.

Ekonomik yapıların siyasiler ile bu kadar yakından ilgilenmelerinin nedenlerini anlamak çok da zor olmasa gerek. Bu ilişkiler silsilesinde devletlerin ontolojik tanımları noktasında ciddi bir paradoks içerisinde bulundukları ortaya çıkan sonuçlar itibari ile anlaşılmaktadır.

Ekonomi bilimcileri dünya ekonomisinin tahlillerini yapa dursunlar ve bizlere yaşanan bir takım gelişmelere duyarsız kalmamız adına, doğu medeniyetlerinin köhne bağnaz ve muasır medeniyetler seviyesinin her daim altında olduğu psikolojik yaklaşımı bilinçaltlarımıza işletile dursun, şunu çok iyi idrak etmek zorundayız bütün ekonomik ve siyasi birimlerin temel mekanizması halklardır ve bütün teşkilatlanmalar halklar üzerinden gerçekleştirilir ve halklar düşünme eylemini yitirdikleri takdirde mizan hiçbir zaman adaleti temsil etmeyecektir… Değerli bir sosyal bilimcinin belirttiği gibi “çağımızın en büyük katliamı düşünceyi kurban etmek” tir. Demiştir.

Devletlerin artık kendilerini ontolojik olarak yeniden yapılandırması gerekliliği; siyaset felsefesinin özünü iyi idrak edebilmek için halkların bilincini arttırmak gerekmektedir. dünyada 1929 buhranı, petrol krizi, 2008 küresel kriz, AB borç krizi vs. gibi bütün krizlerin en büyük faturası her daim dünya halklarına çıkmaktadır. Ve ekonomi bilimciler ekonomik düzenlerin müdahaleci mi, serbest piyasa ekonomisi yoksa liberal ekonomi mi olması noktasında değişen bir takım tartışmaları gündeme getirerek sorunun ana kaynağını dünya halklarından uzak tutmaktadırlar.

Ancak az önce vurguladığımız gibi düşünce katledilmiştir. Halklar Sorgulama güdüsünü yitirmiş ve kitlesel bir hipnoz içerisindedir.

Bugün yaşanan onca krizlere rağmen dünyada hala yaşanan bu sömürünün açlığın ve fakirliğin yaşanan bu adaletsiz gelir dağılımının ana kaynağı sorgulanmamaktadır dünyadaki yer altın kaynaklarının %61ni hala bir elin parmağını geçmeyecek olan ÇUŞ lar kontrol ediyorsa evet dünyada bir şeyler gerçekten ters gitmektedir. EKONOMİNİN SİYASETİ, SİYASETİN HUKUKU belirlemiş olduğu bir düzenin aktörleriyiz… ve bizler bireylerin birer tüketim metası olarak algılandığı ekonomik bir anlayışın aktörleri olarak sistem içerisinde var olma mücadelesi vermekteyiz köleliğin boyut değiştirmiş olduğu, sözde modern dünya, yeni dünya adına her ne dersek diyelim halklar tarih boyunca hiçbir zaman bu denli sömürülmemiştir. Bu düzen aydınlanmadan beri varlığını korumaktadır.

Batı bu noktada dünya tarihinin görmüş olduğu en büyük zulümleri bu temellerde şekillendirmiş gittiği her yere kan göz, yaşı ve adaletsizlik götürmüştür.

Bizler ise yaşanan onca gelişmelere, elimizde olarak veya olamayarak kayıtsız kalmış ve batının üzerimiz de oluşturmuş olduğu bu psikolojik üstünlüğünün neticesi olarak, batıya şizofrenist bir hayranlık beslemekteyiz.

Bizler ekonominin siyaseti siyasetin hukuku belirlediği bir düzenin değil HUKUKUN SİYASETİ, SİYASETİN EKONOMİYİ belirlediği bir düzenin mücadelesi içerisinde olmalıyız…


TÜM YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.